Web Tasarım Ankara

ABD-İsrail İttifakı: Simbiyotik İlişki

Levent Baştürk

Leventbasturk03@gmail.com

25 Nisan 2016

 

II. Dünya Savaşı’ının bitiminden bugüne kadar olan dönem içinde İsrail ABD hariç, eski sömürgeci güçlerin herhangi birinden daha fazla ülkeyi bombaladı ve işgal etti. Ayrıca pek çok ülkede gizli operasyonlar düzenledi. İşgal ettiği toprakların çoğundan çekilmesi ve uluslararası hukuku ayaklar altına alan bir işgal düzeni kurdu. Ancak İsrail yaptıklarından dolayı hep cezasız kaldı. Ne bir uluslararası mahkeme tarafından denetlendi, ne de ekonomik yaptırımlara maruz kaldı. Amerikan yönetimi BM Güvenlik Konseyi’nde sürekli veto hakkını kullanarak ve NATO ittifakı üyelerine ve AB üyesi müttefiklerine baskı yaparak İsrail’i sürekli korudu. ABD’nin İsrail’e askeri yardımı ve teknoloji transferi geçen 50 yıllık sürede 100 milyar doları aştı. Böylesine eşi benzeri zor görülür bir desteğin varlığı ister istemez bunun nedeninin ne olduğu sorusunu beraberinde getiriyor.

 

ABD’DE SİYONİST GÜÇ YAPILANMASININ ÜRÜNÜ MÜ?

 

James Petras’a göre, İsrail’e bu ayrıcalığı dünyanın en büyük askeri, siyasi ve ekonomik gücü olan ABD’nin sağlanmasının nedeni, bu ülke içinde hakim olan Siyonist Güç Yapılanmasıdır (SGY). ABD ile İsrail arasındaki ilişkilere yakından bakan pek çok kişi, Petras’ın iddiasında haklı olduğunu düşünebilir. ABD ile İsrail arasında yer yer yer sorunların da yaşandığı görünmektedir. Ancak sonuçta, İsrail her istediğini yaptıran huysuz şımarık çocuk gibi kazançlı çıkabilmektedir.

 

Petras’ın bakış açısı ya da İsrail lobisinin ABD’nin Ortadoğu politikasını belirlediğine vurgu yapan görüşler iki ülke ilişkilerinde gerilim de yaşandığını ve yer yer çıkar uzlaşmazlığı içinde olduklarını gözden kaçırmaktadır. İsrail lobisinin oldukça etkili ve güçlü olduğu doğrudur; fakat en güçlü lobi olmadığını ileri süren çalışmalar vardır. Nüfusun yüzde 2’sini oluşturan Yahudilerin Amerikan ekonomisindeki payının yüzde 10-12 olduğu ileri sürülmektedir. Nüfusa oranları ile nispet edildiğinde bunun büyük bir ekonomik güç olduğu ortadadır; ancak Amerikan ekonomisinde Yahudi egemenliği iddiasındaki komplo teorilerini haklı çıkaracak bir boyutta olmadığı da aşikardır.

 

İsrail lobisi olarak adlandırılan yapının çekirdeğini Amerikalı Yahudilerin oluşturmakla birlikte, bu lobinin gücü, Hıristiyan Siyonistler olarak da adlandırılan Hıristiyan Evanjelist sağ ile Yeni Muhafazakarlardan (Neo-Conlar) aldığı destekten de kaynaklanmaktadır. Bütün unsurlarıyla birlikte SGY ne kadar kuvvetli olursa olsun, İsrail’le ABD ve/veya İsrail hükümeti ile Amerikan yönetimi arasında önemli çıkar çatışmaları ve siyasi çatışmalar ortaya çıkabilmektedir. Kısa süre önce İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Golan Tepeleri’nin ilelebet İsrail’in bir parçası olacağına ilişkin açıklamasınana binaen Amerikan Yönetimi itirazını açıklamakta gecikmemiştir. Başkan Yardımcısı Joe Biden de liberal Amerikan Yahudilerinin kuruluşu J Street’in yıllık toplantısında yaptığı konuşmada İsrail’le iki devletli çözüm çerçevesinde İsrail’i müzakerelere yanaştırma, İsrail’in 1967 öncesi sınırları ötesinde yerleşmelerin sürekli genişlemesi ve İran nükleer anlaşması gibi konularda önemli görüş ayrılıkları içinde olduklarını ifade etmiştir. Bu görüş ayrılıkları nedeniyle ABD Başkanı Obama ile İsrail Başbakanı Netanyahu arasında sürekli gerilimli bir ilişki hakim olmuştur. Özelikle İran’la yapılan anlaşma en ciddi çekişme konusu olarak varlığını göstermektedir.

 

Ancak bütün bu gerilimlere ve çıkar çatışmalarına rağmen Amerikan Yönetimi İsrail’e kritik durumlarda yardım elini, kendi stratejik çıkarlarına ters düşme pahasına, uzatmaya devam etmektedir. 2004’de Uluslararası Adalet Divanı’nın kabul etmiş olduğu Apartheid Duvarını illegal sayan tavsiye kararının BM Güvenlik Konseyi’ne oylanmak için gelmesini engellemiştir.  2011’de İsrail’in 1967 öncesi sınırların ötesinde inşa ettiği yerleşmeleri illegal ilan etmeyi amaçlayan BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmiştir. 2012 ve 2014 Gazze saldırısında ABD hükümeti kayıtsız şartsız İsrail’in yanında yer almıştır. Ayrıca Filistin Yönetimi’nin başvurusu üzerine Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’in statüsünü üye olmayan gözlemci devlet statüsüne yükseltilmesine ilişkin Kasım 2012’de yapılan ve 138 üye devletin ever dediği oylamada, ABD hayır oyu kullanan 9 üye arasında yer almıştır. ABD’nin İsrail uğruna dünya kamuoyunun genelini karşısına aldığı bir diğer durum da BM Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’ne (UNESCO) karşı aldığı tavırdır. 2011 yılında Filistin’in UNESCO üyeliğine kabul edilmesi üzerine ABD örgütten mali desteğini  çekmesidir. İki yıl üstüste üyelik katkısını ödemediği için de oy verme hakkını kaybetmiştir.

 

 Enterasandır ki, ABD’nin uluslararası imajına zarar verecek  derecede Başkan Obama’nın İsrail’e verdiği kayıtsız desteğine rağmen, 2012 sonunda Obama’nın Savunma Bakanı olarak atamak istediği eski Senatör Chuck Hagel, İsrail’e yönelik nispeten eleştirel tavrı yüzünden hem İsrail içinde hem de Amerika’daki pro-İsrail çevrelerin hedefi haline geldi. Bu tepki neticesinde Hagel’in atanması bir kaç ay gecikti.  

 

ABD’nin, bazen kendisinin bölgesel çıkarlarına ters düşme pahasına İsrail’e uzattığı desteğe rağmen, İsrail’in ve pro-İsrail çevrelerin Amerikan yönetimine karşı bu derece talepkar ve yer yer küstah tavrının sebebinin ne olduğu ister istemez tartışma konusu olmaktadır. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu durumu ve ABD’nin Ortadoğu siyasetini belirleyen etkeni İsrail lobisi veya SGY’nin nüfusuyla açıklamak yetersiz kalmaktadır. Çünkü bu faktörün önemli olmakla beraber etkisinin sınırlı olduğunu gösteren çeşitli durumlar söz konusudur. Ayrıca iki ülkenin bazı konularda çıkar çatışması içinde oldukları ve bundan kaynaklanan bir gerilim yaşadıkları da bilinmektedir. Bu durumda ABD tarafından İsrail’e uzatılan benzeri görülmeyecek desteği açıklamak için başka bir faktöre bakmak gerekmektedir.  Bunun en başta gelen sebebini ABD’nin İsrail’le geliştirmiş olduğu “kırılamaz bağ” ile oluşturulmuş “bozulamaz özel ilişki”de aramak gerekmektedir.

 

ÖZEL İLİŞKİ

 

Ekonomik yardım ve teknolojik işbirliği: ABD tarafından İsrail’e yapılan yardımlar çeşitlilik arzetmektedir. 1980’ler boyunca sıkıntılı bir dönem yaşayan İsrail ekonomisi ABD’den gelen ekonomik yardımlarla rahat nefes almış ve 1990’larda ABD-İsrail teknolojik işbirliğinin sonucunda İsrail yüksek teknoloji sektörü hızlı bir gelişme göstermiş ve bu sayede İsrail ekonomisi düze çıkmıştır. İsrail’e olan Amerikan ekonomik yardımı 2008 yılına kadar devam etmiştir.

 

Ayrıca Microsoft’un İsrail’deki araştırma ve geliştirme merkezi Amerika dışında olanların en büyüğüdür. Intel’in ABD dışındaki en büyük üretim tesileri de İsrail’dedir. 

 

 

 

 

İsrail’e Yahudi göçü hususunda mali yardım: ABD aynı zamanda İsrail’e olan Yahudi göçünün finansmanını da üstlenmiştir. 1973 yılında Filistin'e gelen Yahudi yerleşimcilere yardım edilmesi amacıyla kurulan fonlar İsrail'deki Yahudi Ajansları'na aktarılmış ve  Sovyetler'den ve diğer bölgelerden gelen Yahudilerin yerleşimine katkıda bulunmuştur. Bu amaçla 1973 ve 1991 yılları arasında yaklaşık 460 milyon dolarlık yardım sağlayan ABD’nin yardımları inişli cıkışlı bir grafik izlemekle beraber bugünlere kadar devam edegelmiştir. Bu fonlar "İsrailli göçmenlerin İsrail'e tekrar yerleşimi"nin sağlanması olarak meşrulaştırılmıştır.  

 

Askeri yardım: ABD ile İsrail arasında özellikle 1960’ların sonundan başlayarak kurulan güçlü ilişkiler iki ülke arasındaki, askeri yardım, silah satışı, ortak tatbikatlar ve bilgi ve istihbarat paylaşımı gibi unsurları içeren savunma alanındaki eşi görülmemiş işbirliği ile tesis edildi ve geliştirildi. Bu güçlü ilişki aynı zamanda askeri teknolojinin geliştirilmesi için ABD ve İsrail arasında her türlü hükümetler arası ve sanayi alanındaki işbirliğini de içerdi.  Amerikan askeri yardımı İsrail silahlı kuvvetlerinin dünyada teknolojik olarak en sofistike ordulardan birisi olmasını sağladı. ABD tarafından İsrail’e sağlanan bu yardımlar İsrail’in komşularına karşı “nitelikli askeri üstünlüğü” her daim sürdürmesi esasına dayandı.  Bu üstünlük, bölgenin diğer ülkeleri ile karşılaştırıldığında, insan gücü eksiği bulunan İsrail’in askeri silah gücü ve askeri eğitim açısından açık ara diğerlerine fark atmasıyla sağlanabilirdi. Bu süreçte İsrail sadece bölgede en üstün askeri güç olmakla kalmadı, aynı zamanda dünyanın sekizinci en fazla silah satan ülkesi oldu.

 

Günümüzde bütün Amerikan askeri yardımlarının yüzde 60’ı İsrail’e gitmektedir. ABD’nin dünya çapında yaptığı toplam yardımlardan, Afganistan’dan sonra, en fazla nasibini alan ülke, gelişmiş ekonomisine ve düşük işsizlik oranlarına rağmen, İsrail’dir.

 

Bütçe açığını düşürmeye çalışan ABD hükümeti, ülke içinde eğitim ve sosyal güvenlik harcamaları da dahil olmak üzere hükümet harcamalarından ve dış yardımlardan kısıntıya gitmeyi amaçlamaktadır; ama İsrail’e yapılan askeri yardımın bu kısıntıdan etkilenmemesi beklenmektedir. İsrail’in bu imtiyazı Başkan Obama’nın defalarca üstüne vurgu yaparak tekrarladığı iki ülke arasındaki “kırılamaz bağ”ın ürünü bozulamaz “özel ilişki”den kaynaklanmaktadır.

 

2007 yılında Bush yönetimi tarafından İsrail hükümetiyle imzalanan ve 2008-2018 dönemini kapsayan Anlayış Memorandumu’na göre ABD, gelecek 10 yıl içinde,  İsrail’e yaklaşık 30 milyar dolarlık yükümlülük altına girmiştir. Askeri yardımının bir parçası olarak  ABD'nin İsrail'e sağlama taahhütünde bulunduğu F-35'ler günümüzün en gelişkin savaş uçakları olarak kabul edilmektedir. ABD’den sağlanan askeri mali yardımla, ABD, ilk olarak 2010 yılında bu uçakları sağlamak için İsrail'le görüşmeye başlamış ve 19 adet uçağı 2,75 milyar dolara satmıştır. İsrail’e bu uçaklardan belli bir zaman dilimi içerisinde 75 tane satılacaktır.

 

ABD’nin İsrail’e sağladığı askeri yardımın yaklaşık yüzde 75’i Amerikan askeri ürünlerini ve hizmetlerini satın almak için kullanılmak zorundadır. ABD’nin Lockhead, Boeing, United Technologies, Raytheon, ExxonMobil, Northrop, Pgsus ve General Dynamics gibi şirketlerine bu yardım geri dönmektedir.

 

 İran nükleer anlaşması sonucu İsrail’in itirazları neticesinde yeni bir anlayış memorandumu imzalanması için yapılan müzakerelerde yıllık askeri yardımın 5 milyar dolara çıkarılması öngörülmektedir. Buna karşılık Amerikan yönetimi, 2015 mali yılı için Filistin liderliğinin barış için yararlı olmayan davranışlarını (!) ve ABD’nin genel bütçe kısıtlamalarını göz önüne alarak Filistin Yönetimi’ne yapageldiği yıllık 370 milyon dolarlık yardımı 290 milyon dolara indirmiştir.

 

Yine askeri yardım kapsamında ABD İsrail’e orta menzilli hava savunma sistemi olan Hawk ve balistik füzeler için kullanılan Patriot füze savunma sistemlerinin üretilmesinde büyük teknik destek sağlamıştır.  Ancak  İsrail tamamen kendi imkanları dahilinde, kendisinin füze savunma sistemi olarak geliştirmeyi düşündüğü Demir Kubbe projesi için yardım istediğinde, Bush yönetimi Amerikan teknolojisinin kullanılmayacağı bu sistem için mali yardımda bulunmayı reddetmiştir. Bu konuda Obama yönetimi daha anlayışlı davranmış ve  2009 yılından itibaren bu projeye 275 milyon dolar aktarmıştır ve  2,5 kilometreden 45 kilometreye kadar tehdit olan her füzeyi vurması amaçlanan  ve her hava şartında çalışan Demir Kubbe sisteminin geliştirilmesinde katkıda bulunmuştur. İsrail’in Rafael Savunma Sistemleri Şirketi tarafından geliştirilen bu sistem ilk aşamada Gazze’den atılacak roketlere karşılık verecek şekilde düzenlenmiştir.

 

İlaveten 2008 yılının Ağustos ayında İsrail ve ABD, uzun menzilli balistik füzeleri etkisiz hale getirmek için geliştirilen 'Davud Sapanı' sistemi için işbirliği antlaşması imzalamıştır. 'Davud Sapanı' savunma sistemi ile Lübnan, Suriye ve İran'dan gelebilecek menzili 40 ila 300 kilometre menzilli füzelerin  vurulması amaçlanmış ve kısa zaman önce ilk denemesi yapılmıştır. Bu sistemin de 2015 yılında hazır olması planlanmıştır.

 

Obama Yönetimi döneminde İsrail’in silahlanmasında ABD’nin payı yüzde 25 artış göstermiştir. İsrail’in bölgede en fazla silahlanmış devlet olmasına rağmen Amerikan yönetimi, potansiyel tehditlere karşı caydırıcılık gücü olması için ABD’nin İsrail’in “niteliksel askeri üstünlüğü”nü koruması gerektiği tezinde ısrarlı olmaya devam etmektedir. 

 

Yukarıda açıkladıklarımızın yanısıra, ABD kendisinin stok fazlası silahlarını İsrail’e ya çok ucuza satmakta ya da bedava vermektedir. İsrail’e bu şekilde verilen silahların miktarı da küçümsenmeyecek oranlardadır. İlaveten, yapılan bir anlaşma ile ABD’nin İsrail’de askeri mühimmat depoları vardır. 2010 yılı itibarıyla bu bu depolardaki silah miktarının 800 milyon dolar değerinde olduğu öngörülmektedir. Bu depolardaki silahlar eğer tatbikatlarda veya bölgedeki çeşitli operasyonlarda kullanılmazlarsa, belli bir süre sonra İsrail’e stok fazlası olarak devredilmektedir.

 

İsrail ve ABD arasındaki askeri ilişkiler 2000’li yıllara gelindiğinde yeni boyutlar kazanmıştır. Filistin şehir ve kasabalarına devamlı yaptığı baskınlar sebebiyle şehir savaşı konusunda deneyimli İsrail ordusu ile yapılan tatbikatlar sonucu ABD askerleri de bu hususta eğitim almış ve bu eğitimlerinden başta Fellüce olmak üzere, Irak şehirlerinde girdiği çatışmalarda istifade etmiştir. Bu tatbikatların geçmişi Irak savaşından bir kaç yıl önceye kadar uzanmaktadır. Ayrıca ABD birlikleri Irak’taki şehir savaşlarında İsrail’in bu amaç için gerçekleştirdiği silahları ve teçhizatı kullanmıştır.

 

2008-2009’da İsrail’in Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun operasyonunun kara saldırısı kısmının tatbikatı da ABD ordusunun mühendisler birliği tarafından İsrail’in Negev çölünde şehir savaşı tatbikatları yapmak için inşa edilen “taklit Arap şehri Belediye”de yapılmıştır. Ayrıca yakın zamanlarda, Negev çölünde kurulmuş olan bir füze sistemi radarına Amerikan askerleri kalıcı olmak suretiyle konuşlanmışlardır.

 

Son zamanların en önemli askeri gelişmelerinden biri de 20011 yılının sonlarında kararlaştırılan bir askeri tatbikattır. Bu tatbilat iki ülkenin bu zamana kadar birlikte yaptığı en büyük tatbikattır. Bu tatbikat Bulut Sütunu operasyonundan hemen önce bitmiştir ve hazırlıkları neredeyse bir yıl sürmüştür. Austere Challenge 2012 (Çetin Meydanokuyuş 2012) olarak adlandırılan bu tatbikata yaklaşık 3500 Amerikan ve 1000 İsrail askeri iştirak eymiştir. 38 milyon dolara malolan bu tatbikatın ABD’ye düşen payı 30 milyon dolar civarındadır (Farklı kaynaklar farklı rakamlar vermektedir ve bazılarına göre maliyeti burada belirttiğimizin çok üzerindedir). Bu tatbikat, başta Demir Kübbe sistemi olmak üzere, çeşitli füze sistemlerinin test edilmesini de içermiştir. Tatbikatın birinci haftası dolduğunda Amerikan Genel Kurmay Başkanı Martin Dempsey denetim için İsrail’i ziyaret etmiştir. Bulut Sütunu operasyonu başlamadan bir hafta önce de İsrail Hava Kuvvetleri komutanı Korgeneral Amir Eshel ABD’ne ziyarette bulunmuştur.

 

SONUÇ

 

İsrail’in ABD’ye karşı yerine göre meydan okuyan tavrını yukarıda mümkün olan en kısa şekliyle özetlemeye çalıştığımız “özel ilişki” dışında anlamak zordur. Ortada iki ülke arasında kurulmuş simbiyotik bir ilişki vardır. Bu bağlamda İsrail, ABD için bir çeşit askeri üs/garnizon görevi görmekte, bu durum İsrail’i bölgede teknolojik yönden en gelişmiş askeri güç yaptığı gibi, Amerikan silah sanayi de bu ilişkiden en çok yararlanan olmaktadır.

 

 

 

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Levent Baştürk