Web Tasarım Ankara

Anglo-Zuhur Irak’ın Çok Sıkıntılı Tarihi

Dr. Emine Sonnur Özcan

erguvanagaci@gmail.com

02 Mayıs 2016

 

         Irak da diğer modern Ortadoğu ülkeleri gibi Osmanlı Devleti döneminde var olmayan bir yönetim birimidir. Coğrafik bölge tanımı olarak Irak’ın, Sümer uygarlığındaki Uruk şehrinden geldiği düşünülmekte olup, yaklaşık 7. yüzyıldan itibaren bugünkü Irak’ın güney kısmı için kullanılmıştır.  Irak,  İngilizlerin 1. Dünya Savaşı ve sonrasında aldığı bir dizi kararla neredeyse kazâra oluşturulmuş bir devlettir.  O dönemlerde İngilizlerin günümüz Irak coğrafyası üzerinde geçerli olan hedefleri ve kazanımları, zaman zaman değişime uğramış ve neticede bugünkü Irak oluşmuştur.

         Osmanlılar 1918 Mondros Antlaşması’na kadar Irak’ın içinde bulunduğu Mezopotamya bölgesini üç ayrı vilayet olarak yönetmişlerdi: Bağdat, Basra ve Musul. Bu vilayetler birbirinden çok farklı coğrafik, ekonomik, etnik, dinî vd. özelliklere sahipti. Örneğin, kuzeydeki  Musul vilayeti dağlıktı. Ekonomisi Bilâdü’ş-Şâm bölgesine ve Anadolu’ya dayalıydı.  Merkez vilayet Bağdat tarım ve ticaret bölgesiydi. Güneydeki Basra vilayeti ise Basra Körfezi’nden Hindistan’a ve dünyaya yapılan ticarete dayanıyordu.

         Etnik ve dinî açıdan da farklılıklar barındıran Irak bölgesinde çoğunluğu Araplar (yaklaşık %80) oluşturuyordu. Bununla beraber Araplar, Sünnî ve Şiî mezhebine göre genel olarak farklı coğrafyalarda yerleşikti. Şiîler, Sünnîlere göre yarıdan biraz fazlaydı. Sünnî Kürtler ve Sünnî-Şiî Türkmenler önemli bir Arap-dışı kitleyi oluşturuyordu. Asurî Hıristiyanlar, Yahudîler, Yezîdîler gibi unsurlar ise daha küçük topluluklardı.

         İngiliz işgali, manda dönemi ve isyanlar

         Irak coğrafyası, diğer pek çok Ortadoğu bölgesi gibi yaklaşık 1000 yılı aşkın süre Türk hâkimiyetinde kalmıştır. Bunun son 400 senesinde bölgeye Osmanlı Devleti hâkimdi.  Osmanlı Devleti’nin idaresindeki coğrafyada birbirinden farklı üç vilayet önce İngilizlerin işgaline uğradı (1915-1918.) Ardından daha önce Sykes-Picot Anlaşması’nda belirlenen çerçeveye uygun olarak 1920’de San Remo Konferansı’nda alınan kararlar çerçevesinde bir İngiliz manda devletine dönüştürüldü.  İngilizlerin, sınırlarını belirledikleri Irak mandasında  gözettikleri çıkarlar, Hindistan’a ulaşım ve petrol yataklarını sahiplenmeydi. Merkezî  idareye uygun ve alışkın olmayan bu vilayetlerin zora ki bir araya getirilmesi o tarihlerden günümüze uzanan pek çok soruna kapı açmıştır.

         İlk isyanlar İngiliz manda yönetimi kurulmasının hemen arkasından başladı (Ekim 1920).  Özellikle güneyde yerleşik Şiîlerin ve Fırat boyundaki çeşitli aşiretlerin Osmanlı dönemindeki  adem-i merkeziyet bazlı yönetim yerine getirilmek istenen merkezîyetçi devlet yönetimine karşı başlattıkları isyanlar aylarca sürdü. İngilizler isyanları kanlı bir şekilde bastırdı. Yaklaşık 10 bin Iraklı ve 450 İngiliz askeri öldürüldü.  İngilizler isyanları bastırmakta çok zorlanmıştı. İsyanlar ayrıca, İngiliz hazinesine 40 milyon sterlin civarında bir faturaya patlamıştı. Bu durumda İngilizler bölgedeki çıkarları adına endişeye düşüp, Irak’ta bir yönetim değişikliğine gitmek zorunda kaldı.

         İngilizlerin Irak Manda Hükümeti ve Krallığı

         İngilizlerin Irak’taki yeni hedefi manda idaresi devam ederken, yerli halkın kabul edeceği fakat aynı zamanda kendilerine sadık idareciler bulmaktı. Bu çerçevede 1920 sonbaharında yeni kararlar ilan edildi. İngilizler önce başbakanı Iraklı (Abdurrahman el-Geylanî- 1920-1922), bakanları Irak toplumunun değişik kesimlerini ve aşiretleri temsil eden bir hükümet oluştudu. Ve elbette İngilizler her bakanlığa bir de İngiliz müsteşar atadı. Böylece Kasım 1920’de manda şartlarında ilk Irak hükümeti kurulmuş oldu.

         Irak’a hükümet yanında bir de kral bulmak gerekiyordu. Daha önce, Suriye’de Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın krallığı ilan edilmişti.  Bu durumda Irak için de onun kardeşi Abdullah’ın krallığı İngiliz karar vericiler arasında konuşulmaya başlandı . Ancak ABD Başkanı Wilson’un tavsiyesi üzerine, Suriye’deki krallığı Fransızlarca elinden alınan Faysal’ın Irak kralı yapılması kararlaştırıldı. 1921’de Faysal Londra’dan getirildi ve İngilizlerin ulusal marşı “Tanrı Kralı Korusun” eşliğinde tahta çıkarılarak Irak Hâşimî Krallığı kuruldu.

         İngilizler esasen Sünnî olan fakat  Peygamber soyundan geldiği kabul edilen birisini krallığa getirerek Ehli Beyt hassasiyeti olan Şiîleri büyük ölçüde razı etmişti. Öte yandan Kral Faysal daha önce Fransızlar tarafından tahttan edildiği için Fransızlara antipati  duyuyordu. Dolayısıyla Fransızların güneye uzanmasının önü de kesilmişti.

         Öte yandan İngilizler yetkilerini, görünürde monarşik devlete devretmişti. Örneğin,  İngiliz kara ordularını Kraliyet Hava Gücü’yle değiştirerek bölgeyi havadan koruma yoluna gittiler.  Böylece sahadaki görünürlükleri büyük oranda azaldı. Bu durum Kral Faysal’ın İngilizleri karada destekleyecek ordular oluşturmasına sebep oldu. 1921’de hızlıca Irak ordusu kuruldu –ki bu o dönem manda devletleri için sadece Irak’a has bir durumdur. Irak’ta ordunun sivil kurumlar üzerinde baskın olmasının önemli bir sebebi de bu öncelik olabilir. Arkasından diğer kurumlar da oluşturulmaya başlandı. 1925’te kabul edilen anayasada hükümet şekli çift meclisli meşrutî monarşi olarak tanımlandı.

 

         Musul Meselesi

         İngilizler 1922’de Irak Krallığıyla önemli bir anlaşma imzaladı. Buna göre Irak’taki İngiliz mandası 25 yıl daha devam edecekti. Böylece Irak üzerindeki çıkarlarını rahatça yoluna koyma fırsatını yakalamışlardı. Örneğin, Musul’un statüsü belirsizliğini koruyordu. 1916 Sykes-Picot gizli antlaşmasıyla Fransa’ya verilen ama San Remo’da İngilizler’e bırakılan petrol bölgesi Musul, resmen hâlâ bir Osmanlı toprağıydı.  Zira 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi şartlarına göre, o dönemde yabancılarca işgal edilememişti.  Aksine Osmanlı subayı Ali İhsan Paşa idaresindeki Türk askerlerince korunmaktaydı.  İngilizler Mondros sonrasında, İngiliz esirlere kötü muamele ya da gayrı-müslim halkı katletme gibi Mütareke şartlarına da uyacak türden iftiralarla Türkleri Musul’dan çıkardılar (15 Kasım 1918). Süleymaniye başta olmak üzere Musul ve çevre bölgedeki Kürtler ve Türkler tarafından İngilizlere karşı büyük bir muhalefet sergilenmekteydi. İstedikleri ya bağımsızlık ya da yeni oluşmakta olan Türkiye ile bütünleşmekti. 

         Musul meselesi Lozan Barış Antlaşması’nda İngilizlerin baskısıyla gelecekte halledilmek üzere geçiştirildi. Neticede Milletler Cemiyeti’nin çözüm bulması istenen meselede karar, beklendiği üzere İngilizler lehine sonuçlandı (1926). Musul’un Irak Krallığı’na verilmesi, (1922’deki anlaşmaya uygun olarak)  İngilizlerin Irak manda idaresini 25 yıl daha sürdürmesi ve Kürtlere bazı imtiyazlar verilmesi koşuluyla mümkün olacaktı. Bu arada Türkiye’ye de Musul-Kerkük petrollerinden 25 yıl süreyle %10’luk bir pay ayrılacaktı.  Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, 1912’de Irak topraklarında petrol aramak için kurulmuş olan Turkish Petoleum Company isimli petrol şirketinin adı da 1929’da Iraq Petoleum Company olarak değiştirildi.

         Sözde-Bağımsız Irak Krallığı’nın ilanı

         İngilizler, Musul meselesinin de halledilmesi ve Kral Faysal ile çıkarlarının gözetildiği bir ilişki sürdürmeleri nedeniyle 25 yıllık manda süresi şartından vaz geçtiler. Bu bağlamda manda idaresi 1932’de sona erdirildi ve Irak, Birleşmiş Milletler’e kabul edilerek kağıt üstünde ilk bağımsız arap devleti oldu. İngilizler Irak manda devletiyle imzaladığı antlaşmalarla ulusal stratejileri  ve petrole dayalı çıkarlarını güvenceye almıştı. Ordunun eğitimi ve silah alımında sadece İngilizlerin yetkili olması ya da petrol yatakları için İngilizlere 75 yıllık imtiyaz tanınması gibi.

         Neticede günümüzde de değişmeyen hâliyle, o dönemin Irak devleti yapay olarak üretilmiş, gerçek sınırları belirsiz,  belli bir ortak kimliğe sahip olmayan bir kara parçasıydı. Irak’ın ilk kralı Faysal daha o zamanlar problemin farkındaydı. 1933’te özetle şöyle demektedir: Irak’ta Iraklı insanlar yoktur; çeşitli inanışlara sahip, anarşiye ve isyana meyilli kitleler vardır. Faysal, gücü çok küçük bir elitin elinde toplamak suretiyle probleme çözüm getirmeye çalışacaktı. Dolayısıyla, diğer Levant ülkelerinde gördüğümüz gibi  Irak’ta da Osmanlı döneminden kalan devlet toprakları  küçük  bir “itibarlılar” sınıfına verildi. Bunların görevi monarşiyi desteklemekti.

         Kral Faysal 1933’te genç yaşta vefat etti. Yerine gelen oğlu Gazi (1933-1939), yetkin bir yönetici değildi. Bu nedenle hükümete Osmanlı Harbiyesinden yetişmiş bir grup hâkim oldu ve bunlar 1936’da ilk askerî darbeyi gerçekleştirdi. Böylece 1940’lara kadar devam edecek Mihver Devletleri (Almanya ve müttefikleri) yanlısı bir hükümet kuruldu. Ancak 2. Dünya Savaşı’nda Irak’ta İngiliz kontrolü tekrar sağlandı ve monarşinin gücü sağlamlaştırıldı.

         1939’da Kral Gazi bir trafik kazasında ölünce yerine 3 yaşındaki oğlu II. Faysal getirilmişti. Kral naipliğini dönemin İngiliz yanlısı Başbakanı Nuri el-Said’in dostu Abdülillah yapıyordu. Ancak ordudaki yetkin subaylar Başbakanın İngiliz yanlısı tutumundan rahatsızdı. Bunun sonucunda Başbakan 1940’da istifa etti. Sonrasında, Dört Albaylar adı verilen subaylar siyasette etkili olmaya başladı ve Irak milliyetçiliğini yükselterek Irak’ın tam bağımsızlığı için 1941’de bir askeri darbe daha yaptılar. Başbakanlığa bir avukat olan Raşid el-Geylanî’yi getirdiler. Bu dönemde Dört Albaylar Basra’daki İngiliz hava üssünü  kuşatma emri verdikleri için Irak İngiltere ile savaşa girdi. İngilizler bu isyan girişimini bastırdı ve eski İngiliz yanlısı Nuri el-Said hükümetini tekrar başa getirdi.  Böylece Irak topraklarında  1941-1945 arası yeniden bir İngiliz işgali söz konusuydu.

 

         2. Dünya Savaşı’ndan 1958’e kadar Irak siyaseti İngiliz yanlısı hükümet ve Başbakan Nuri el-Said kontrolündeki naip Abdülillah’ın monarşik meşrutî idaresiyle varlığını sürdürdü. Öte yandan, 1952’den itibaren Arap dünyasında Nasırizm rüzgarlarının estiği bu savaş sonrası Soğuk Savaş döneminde Amerika,  Sovyetler Birliği’nin bölgedeki etkisini kırmak üzere Irak, Türkiye, İran, Pakistan ve İngiltere arasında Bağdat Paktı imzalanmasını sağladı (1955). Ancak, Nasır’ın Arap milliyetçisi ve sosyalist yaklaşımları Iraklı subayları da etkisi altına almıştı. Irak’taki milliyetçi hareketler, mevcut anayasal monarşik iktidar tarafından anti-propaganda ve polis baskısıyla bastırılmaya çalışılıyordu. Kurumsallıktan ve millî birlikten yoksun İngiliz etkisi altındaki Irak’ta siyasî istikrar da mümkün görünmüyordu. Başlangıçtan 1958’e kadar geçen 38 senede 58 kabine değişmişti.

         Doğal olarak, Irak halkı  da refahta bir adım ileri gidememişti. %80’i kırsalda yaşayan halkın tamamına yakını toprak sahiplerinin yarıcısı durumunda çok kötü şartlarda yaşamaktaydı. 1958’lerde toprakların %55’i, nüfusun %1’ini oluşturan “itibarlı kesim”in özel mülkiyeti altındaydı. Irak hükümetlerinin halk desteği yok denecek kadar azdı.

         Irak Cumhuriyeti’nin kurulması (1958) ve 1963 Baas Partisi Darbesi

         Irak’ta hüküm süren kötü siyasî ve toplumsal şartlar altında 1958 askeri darbesi gerçekleşti. Suriye’deki Baasçı hareketten etkilenmiş olan Tuğgeneral Abdülkerim Kasım  liderliğindeki darbede Haşimî monarşisinin temsilcisi Kral II. Faysal ve hükümet yetkilileri öldürüldü.

         Monarşi dönemi bitmiş, cumhuriyet ilan edilmişti. Fakat Kasım idaresi, seçimlerin yapılmasına izin vermiyordu. Çünkü ülkedeki iki büyük siyasi parti, Komünist Partisi ve Baas Partisi güç kazanmıştı. Milliyetçi özellikteki Baas Partisi Suriye’deki Baas’ın bir koluydu ve Irak’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne dâhil olmasını savunuyordu. Abdülkerim Kasım bunu istemediği için başlangıçta Komünistlere destek verdi. Fakat Kömünist Parti’nin ülkeyi ele geçirecek kadar güçlendiğini fark edince onlara da baskı uygulamaya başladı.  

         Abdülkerim Kasım’ın diktatörlüğü bu şartlar altında, 1963’te Nâsırcı ve Baasçı subayların düzenledikleri bir suikastle öldürülmesine kadar devam etti. Kasım’ın yerine kendisine muhalif Baas partisinden etkilenmiş bir subay, Abdüsselam Arif geçti.  Arif, bir uçak kazasında ölünce yerine subay kardeşi Abdurrahman Arif geçti ve 1968’e kadar Irak cumhurbaşkanlığını yürüttü.

         Irak’ta monarşi sonrası askeri rejimler, Mısır’da Nasır’ın yaptığı gibi büyük toprak sahiplerinin elindeki toprakları alarak halka dağıtmak üzere reformlar yapmak için  kolları sıvadı. Fakat bu işi yapmak için gerekli eğitimli personel ve kurumsal altyapı olmadığı için yeterince başarılı olamadı. Örneğin Abdülkerim Kasım’ın döneminde (1958-1963) devlet el koyduğu toprakların sadece üçte birini dağıtabilmişti. Öte yandan ordu içinde Baasçı subaylarla Nâsırcı subaylar arasında ciddî çekişmeler vardı.

         Irak, Monarşi sonrası askeri rejimler döneminde hem siyasi anlamda hem de etnik ve dinî anlamda bölünmüş durumda olduğu için BAC ile birleşmek ya da toprak reform yapmak gibi önemli adımlar atmak sürekli engellerle karşılaşılıyordu.

         Nihayet, 1968’de bir askeri darbe daha gerçekleşti ve bu kez başa gelen Baas Partili grupla Irak, 35 yıl sürecek görece istikrarlı bir döneme girmiş oldu. Saddam Hüseyin’in akrabası,eski bir subay ve başbakanlardan olan Ahmed Hasan el-Bekir’in başında olduğu Baas Partisi ve onun taraftarlarınca gerçekleşen darbe Arif rejimini devirmiş yerine el-Bekir geçmişti. Saddam Hüseyin ise el-Bekir tarafından Devrim Komite Konseyi’nin (DKK) başkan yardımcılığına getirildi.

         Baas rejimi son derece sert iktidar önlemleri aldı. İdamlar, hapis cezaları ve önemli mevkilere el-Bekir ve Saddam Hüseyin gibi Tıkritli sadık Baas mensuplarını getirme gibi faaliyetlerle sağlıksız bir otorite tesis ettiler.  el-Bekir 1976’da aslen bir sivil olan Saddam Hüseyin’i kara kuvvetlerine general olarak atadığını ilan etti. Böylece Saddam’ın askeri hiyerarşide önem kazanmasının ardından 1979’da el-Bekir istifa edince Saddam Hüseyin cumhurbaşkanı, DDK başkanı ve Baas Partisi genel sekreteri olarak el-Bekir’in yerine geçtmişti. Saddam Hüseyin, tüm gücü elinde toplamak için kanlı ve diktatoryal faaliyetlerden geri durmadı. Bununla beraber el-Bekir ve Saddam Hüseyin dönemlerinde Irak petrollerinin millileştirilmesi (1972), toprak reformu, eğitim ve sağlık reformu, ağır sanayi hamlesi gibi çok önemli icraatlara da imza attıldı.

         İran-Irak Savaşı

         Saddam Hüseyin’in iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra sekiz yıl gibi çok uzun bir süre devam edecek olan İran-Irak Savaşı başladı. Savaşın başlamasının temel sebeplerinden biri İran’daki önce Şâh rejiminin sonra İslâmî rejimin Baas iktidarlarını zayıflatmak için Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerin isyanlarına verdiği silah ve insan desteğiydi. Bir diğeri ise 1979 İran İslam Devrimi’nin Irak’taki Şiîler üzerindeki olası rejim karşıtı etkisiydi. Zira Humeyni açıkça “kâfir” Irak’taki Baas rejiminin devrilmesi gerektiğini söylemekteydi. Öte yandan Irak’taki Şiîlerin durumu önemli bir kırılganlığa sahipti. Şiîler baştan beri Irak’ın çoğunluğu oluşturmuşsa da devlet, din kurumlarında ve o dönem Baas partisinin yönetim kademelerinde onların yerine Sünnîler bulunmaktaydı. Bunların verdiği huzursuzluklar Şiî ulemanın önderliğinde 1977 ve 1979’da iki büyük Şiî isyana dönüştü. Bunların ikincisi tam  da İran’da devrim olduğu dönemde başlatılmıştı. Ayaklanma sert bir şekilde bastırıldı ve Şiî din adamı ve kızkardeşi idam edildi. Saddam Hüseyin böyle bir iklimde Irak’taki rejime ve iktidarına tehlike olarak gördüğü Humeyni’yi daha fazla güçlenmeden hemen alaşağı etmek istedi. Suudî Arabistan, Körfez ülkeleri ve ABD de Saddam’ı destekliyordu. Böylece Irak Eylül 1980’de İran’a savaş açtı. Fakat İran-Irak Savaşı kısa sürede bitmesi bir yana, 20. Yüzyılın en uzun savaşı olacaktı.

         Toplamda bir milyona yakın insanın öldüğü ve kimyasal silah da kullanılan (Saddam 1988 Halepçe Katliamı’nda Kürtlere ve savaş boyunca İran ordusuna karşı kimyasal silah kullandı) bu savaşın Irak’a ekonomik maliyeti de çok büyük oldu.

         Kuveyt’in İşgali ve 1. Körfez Savaşı

         Irak ABD ve Avrupa’dan silah ve savaş teknolojisi satın almak için sadece Körfez devletlerine yüz milyar dolara yakın miktarda borçlanmıştı. Bir o kadar da Batılı ülkelere borçluydu. Saddam bu borçlanmayı Kuveyt’i işgal ederek çözmeye karar verdi. Çünkü Irak hükümetleri uzun zamandır Irak’ın Basra Körfezi’ne engel olarak yaratılmış olan petrol zengini Kuveyt’i tanımıyordu. 1990’da Irak Kuveyt’i işgal etti. Soğuk Savaş dönemiyle birlikte Ortadoğu’da İngiltere’nin liderliğini alan ABD’nin bu işgale cevabı çok sert oldu. Irak’a ekonomik yaptırımlar uygulanmaya başlandı ve körfezin monarşik ülkelerinin de desteğiyle 1991’de 1. Körfez Savaşı başlatıldı. ABD liderliğinde sürdürülen savaşta Irak büyük bir yenilgiye uğratılarak Kuveyt’ten çıkarıldı. Böylece Ortadoğu’nun petrol bölgeleri ABD kontrolüne girmiş oluyordu.

         2. Körfez Savaşı, Irak’ın İşgali ve IŞİD

         ABD’nin Irak’ı körfezdeki petrol çıkarlarına karşı tehdit olarak görmesi 1. Körfez Savaşı’ndan sonra da devam etti. Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddia ediliyordu. Artık amaç Saddam Hüseyin iktidarını devirmekti. 1997-1998’deki bombalamalarla başlatılan yıpratma süreci 11 Eylül 2001 olayı sonrasında el-Kaide’nin Irak’taki Saddam ile ilişkilendirilmesine dönüştü. Bush yönetimine göre Saddam elindeki kitle imha silahlarını el-Kaide gibi örgütlere verebilirdi. Ayrıca Irak halkının Saddam’dan kurtulup demokrasiye kavuşmaları da gerekiyordu. ABD bu ve benzer bahanelerle, Afganistan’ın (2001) ardından 2003 yılında Irak’ı işgal etti. İşgal altında 2005 Anayasası yürürlüğe sokuldu. 2012 yılına kadar süren işgal döneminde 1 milyondan fazla insan öldü ve Irak etnisite ve mezhep bazında tamamen ayrıştırıldı. Kuzeyde bir Kürt Federasyonu kuruldu. Irak’taki istikrarsızlık ve kanlı saldırılar işgalin ilk yıllarında IŞİD terör örgütünün ortaya çıkması ve zaman içinde Musul gibi şehirleri ele geçirmesiyle daha da alevlendi. İntihar saldırıları ve diğer katliamlarla binlerce insan kaybedildi, yüzbilerce insan mülteci durumuna düştü. Irak’taki sıkıntılar günümüzde (2016) de devam etmektedir.

 

 

Kaynaklar:

       Constitutional Struggles in the Muslim World, Completed by Emine Sonnur Özcan on January 15, 2016, 8-12 hours/week, Dr. Ebrahim Afsah, Kopenhag Üniversitesi, Coursera MOOC.

       The Emergence of the Modern Middle East - Professor Asher Susser, Tel Aviv Üniversitesi, Coursera MOOC.

       William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Kitaplığı, Çeviri: Mehmet Harmancı, İstanbul 2008, s. 217-242, 359-382,440-467, 525-598.

       Zekeriya Kurşun, “Ortadoğu Tarihinde Haşimiler: Irak ve Ürdün”, Modern Ortadoğu, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir 2013, s. 29-48.

       Prof.Dr. Tayyar Arı, Doç.Dr. Ferhat Prinççi, Prof.Dr. Muhittin Ataman, “20. Yüzyılda Ortadoğu: Sömürgecilikten Bağımsızlığa”; Soğuk Savaş Döneminde Ortadoğu», «İran Devrimi ve Körfez Savaşları», Orta Doğuda Siyaset, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını, Eskişehir 2013, s. 101-126.

 

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...