Web Tasarım Ankara

ÇOCUK TACİZLERİ MESELESİNE AİLE VE EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNDEN BİR TEKLİF

Lütfi Bergen

lutfibergen@gmail.com

8 Nisan 2016

 

Türkiye’de çocuk tacizleri konusu sürekli gündemdedir. Çocuk tacizleri bir dizi etkenin içtimaî ahlâk değerlerini yıkması neticesi ortaya çıkmaktadır.

Bu etkenlerden ilki “Aile” kavramının tanımsızlığıdır. Aile, klasik İslâmi öğretide geçimi temin eden maişet ocağıdır. Kınalızâde, İbn Sina ve Tûsî için “Ev: mesken”, karı-kocanın nikâhla tesis ettiği bir yuva olmak yanında, toplumun en küçük birimi olarak tanımlanan bir üretim-bölüşüm ortaklığıdır. Aile nikâhla tesis edilmekte olup, nikâh da iktisadî neticeler, hukukî borç ve alacak doğuran bir akittir.

Türk hukuk sisteminde aile kavramının 1982 Anayasası 41. Maddesinde kaynağını bulduğunu ancak tarif edilmediğini görürüz: “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da da “aile” tanımı yapılmamıştır. Hatta kanunun “Tanımlar” başlıklı bölümünde [Bakanlık, Ev içi şiddet, Hâkim Kadına yönelik şiddet, Şiddet, Şiddet mağduru, Şiddet önleme ve izleme merkezleri, Şiddet uygulayan, Tedbir kararı] kavramlarına yer verilmiş ve ailenin şiddet üreten birlik olduğu iması baskın kılınmıştır. Kanunun “aile” nedir, kadın ve erkeğin evlilik sözleşmesi ile karşılıklı hak ve görevleri nelerdir, vs. gibi sorulara cevap vermemesi meselenin “kadına yönelik şiddet” temelinde ele alındığını göstermektedir. Dolayısıyla Türk toplum sistemi 1982 Anayasası ile tanzim edilirken aileyi toplumun temeli görmekle beraber tarifsiz bırakmış ve alt mevzuatlarla da aslında ailenin değil “kadının ve müşterek çocukların muhafazası, geçimi esası” ile hareket etmiştir. Oysa aileyi kuran şey bir akittir ve bu akitle taraflar (kadın ve koca) karşılıklı alacak haklarına kavuşmakta ve karşılıklı borçlar yüklenmektedir.

Türkiye’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da “Aile” kavramını tanımlamadan siyaset üretmektedir.  Ailenin tanımsızlığı yanında, toplumdaki kadın - erkek kimliklerin kamusal alanda eşitlikçi konumlanmasına yönelik politikaların giderek büyümesi, aile mefhumunun içeriğini daha da muğlâklaştırmıştır. Aile, konut borçlanması, otomobil borçlanması için araçlaşmış bir şirket tesisi değildir. Aile, sanayici ve girişimcinin ürettiği metaların (konut ve otomobil) müşterisi, borçlusu tüketimin nesnesi nazarıyla ele alınmamalıdır.

Ülkedeki kentleşme süreci de ailesiz konut sistemlerini dayatacak mimarî biçimlenmeyi teşvik etmektedir. Bu şekliyle 1+1 veya 2+1 konut üretimi giderek artmakta, kentlerde nüfus yoğunlukları oluşmakta, aile kurmayı imkânsız kılan veya ailelerin çözülmesine neden olan bir maliyet artışı toplumu sarmaktadır. 1+1, 2+1 konutların ailelerin yaşayacağı mekân ve mahremiyet hürriyetini sağlayamayacağı izahtan varestedir. Bu süreç ebeveynlerin yeni nesiller için “eğitim yoluyla geleceklerini kurtarmayı” hedefleyen kararlar almalarına meydan vermektedir. Geleceğimizi emanet edeceğimiz fertler, çok küçük yaşlarda “aile çatısı” altından (boşanma ve ailenin dağılması, daha üst eğitim fırsatlarını değerlendirme, maddi imkânsızlıklar, vs. nedenlerle) kopup gitmektedir. 

Aile, günümüzde teorik manada dağılmıştır. Genç neslin eğitim ve meslek endişeleri nedeniyle evliliği ertelediği, evlilik yaşının 30-35 yaşlarına geldiği bilinmektedir.

Çocuk tacizleri ailesizliği içselleştirmiş okul sisteminden kaynaklanmaktadır. Bu kapsamda eğitim yeniden ele alınmalı ve yeni neslin geçim-meslek-aile meselelerine çözüm üretecek yeni ve bütüncül bir yapılanmaya geçilmelidir. Türkiye kentleşmeyi sürdüreceğine kentleri küçültüp mahalle sistemine geçmek zorundadır. Mahalle nostaljik bir birlikte olma hali değil, birbirine kefil olan ailelerin toplumsal, malî, kültürel, tarihsel ve hatta uhrevî dayanışmasıdır.

Cinsel tacizlerin büyük kısmı ailelerinden uzak çocukların yetişkin eğitmenlerce istismarından kaynaklanmaktadır.

Okul yeniden tanımlanmış “Mahalle” içine alınmalıdır. Sınıf geçme sistemi terk edilerek, ders geçme sistemine geçilmelidir. “Öğrenci” kavramı yerine “talebe” kavramına dönülmelidir. “Talebe: talep eden” ders alacağı hocayı kendi seçmelidir. Talebe (ders-ilim talep eden) kavramı eğitimin temeline oturtulmalıdır. Öğretmen kavramı yerine de “muallim” kavramına geçilmelidir. Muallim de “talep edeni (talebeyi)” seçmelidir. Ders verme yetkisi Muallim (âlim) dışında kimseye verilmemelidir. Kitabı olmayan kişinin muallim olmasına izin verilmemelidir. Üniversite eğitimi 4 yılda bitmemelidir (halen, yüksek lisans yapmayan üniversite mezununun liyakati sorgulanmaktadır). Üniversite 8-10 yıllık bir süreçte çift ana-dal içeren ve mutlaka eser vererek bitirilen bir formasyonu temsil etmelidir. Her düzeydeki eğitim sürecinde, işlevsiz, gereksiz dersler kaldırılmalıdır. Talebe derslerini kendi seçerek kariyerini / liyakatini / geleceğini kendi belirlemelidir. Küçük yaştaki “talebe”nin velileri, muallimi kendileri seçeceklerinden ahlâk da bir liyakat olacaktır. Ahlâksız öğretmenler sistemden elenecektir.

Dersini bilmeyen, dersini çalışmayan, ahlâkî zaafları bulunan öğretmen, muallim sistemine giremeyecektir. Eğitim üç sömestr olmalı ve ders almak isteyen talebe dilerse 4 senelik eğitimi 2,5 senede bitirebilmelidir. Sınıf geçme değil, ders geçme sistemi uygulanacağından, her ders programı dört aylık bir sömestr ile belirleneceğinden, talebe, dilediği kadar ders alabilecek ve eğitiminin süresini kendi belirleyecektir. Bugün ülkede yaklaşık 25 milyon öğrenci bulunmaktadır. Bu öğrenciler büyük bir maliyet, masraf kalemi oluşturduğu gibi, ülkenin ihtiyacı olan “ara mesleklerde istihdam ihtiyacını” yükseltmektedir. Ülkede zanaatkâr ve üretim sahasında istihdam edilecek “usta-kalfa-çırak” zinciri ihtiyacı had safhadadır. Herkes okusun ezberinden kurtulmalıyız. Bu ihtiyaç nedeniyle her gencin üniversite okuması politikasından vazgeçilmelidir.

Liyakat, vasıf kazanmış işçi ücretleri artırılmalıdır. Meslek lisesi çıkışlı gençliğe mesleklerini icra edebilmeleri fırsatları oluşturulmalı, bu gençliğin üretim sahasına dâhil olması sağlanmalıdır. Ülkede hizmet sektörünün büyümesi politikalarına da son verilmelidir. Üç sömestr sistemi gelirse 10 yılda bugünkü üniversite bitirilebilecektir.

Muallim: “âlim, allame, bilgin, bilgiç, bir fen ve sanatta mahir olan, hoca, müderris, okutan, ders veren” demektir. Muallim kuşların, ağaçların, taşların, toprakların adlarını bilmelidir. Üç sömestr sistemi ile talebe 20 yaşında doktorayı bitirebilecektir. Üç sömestr sistemi ile 20 yaşında doktorasını bitiren talebe devletçe evlendirilmelidir (evlilik masrafları karşılanmalıdır).

Çocuklarımız bize Allah’tan emanet verilmiştir ve onlar bizden sonra yeryüzünün halifeleridir.

 

Yorumlar


Hezar şükran
Tarih: 9.04.2016 Yazar: Ömer Özercan
Kategori: Lütfi Bergen