Web Tasarım Ankara

DİNDARLAR MÜSLÜMAN MI?

Adem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

(Milat, 25.11.2013, Adalete Davet, 25.11.2016)

Dindarlaştıkça Müslümanlıktan yani tevhid, ahlak ve adaletten uzaklaştıran bir “din” anlayış ve uygulaması cari ise ortada bir sorun var demektir. Güç, iktidar, mezhep, kabile, çıkar, hurafe, ritüel, tarih, toplum, tabiat ve benlik gibi zindanların esiri olan dindarların çoğunluğu, her geçen gün istikamet, doğru davranış ve onurlu duruştan uzak bir dini tutumun pençesinde kıvranıyorsa, bugüne kadar “ataları üzerinde bulduğumuz din anlayışı” ile hesaplaşmanın zamanı geldiğinin vaktidir. Din, “din adamları” ve “dindarlara” bırakılmayacak kadar varoluşsal bir hakikat ise, her geçen gün “dindarları” kirleten “din anlayış ve uygulaması” ile yüzleşmek, bunu birileri yapmadığı sürece, farz-ı ayn mertebesine yükselmiştir.

Öte yandan mevcut dindarlığı eleştirmek için kullanılan aparatlar da, dindarlığı Müslümanlıkla buluşturmaktan uzak çözümlemeler içermektedir. Dine ilişkin pozitivist ve mekanik modern bakış açısının geldiği nokta, “Sızıntıcı sekülerlik” merceğinde dindarlığı dar ağacında asmaktadır. Seküler formda eritilen mana, şekilci dindarlığın vicdanını rahatlatma işlevi görmektedir. 19 mucizesi, Kur’an’ın şifreleri, Sızıntıcılık v.s. çalışmalarla Kur’an harflerinin ebced hesabı üzerinden İslam’ın doğruluğunu kanıtlama çabası ve  dini kaideleri genel geçer bilimsel teorilerle açıklama gayreti dini hükümlerin zamanla çöpleştirilmesi tehlikesini doğuracaktır. Bilimle kavga eden bir Kur’an söz konusu olmadığı gibi, fizik kitabı gibi kullanılabilecek bir Kur’an da yoktur. Bu nedenle agnostik sapkınları dine davet etmek adına şifreci yöntemlerin kullanılması belki dindarlığı artırır ama Müslümanlığı öldürür.

Dolayısıyla insanların tatbik ettikleri dindarlığı eleştiren kesimlerin alternatif din önerilerini İslam olarak kabul etmek mümkün değildir. Hıristiyanlıktaki reform hareketinden, Selefiliğin bid’at ve hurafe eleştirilerinden, Batı’da ortaya çıkan pozitivizm ve rasyonalizm gibi seküler akımlardan, 19. yüzyılın sonundaki İslamcı komplekslerden etkilenerek dini yaşam eleştirisi yapmak, birçok açıdan ciddi çözümlemeleri beraberinde getirmektedir. Fakat eleştirilen dini yaşamın yerine öneri olarak ortaya konan kuramın cevabı İslami olmaktan öte dini bile değildir.

Bununla birlikte, Türkiye’de hurafe ve bidatlerle dolu ve Kur’an ahkamından uzak olacak biçimde  sünnet diye yutturulan “gelenek dini”nin savunuculuğunu yapanları eleştiren yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir.  Siyasi, sosyal, eril ve ekonomik çıkarlar adına, muradullah ve illet-i gai ile hiçbir ilgisi olmayan ve “hadis” adı altında uydurulan “eskilerin masalları”, ciddi toplumsal karşılığı olan bir hoca efendinin ağzından, Hz. Aişe’ye atfedilen bir rivayetle Rasulullah’ın dışkısının miskuamber koktuğu, kovada biriktirdiği idrarını içen cariyesinin ise şifa bulduğuna ilişkin vaazlara konu olmaktaysa, elbette artan dindarlık Müslümanlığı kirletmeye devam edecektir. Rasullah’ın sakallarının camilerde halka açılarak ibadet edercesine öpülüp koklanması ve biyolojik bir kıl parçasına “kıl-ü şerif” denilerek hürmet gösterilmesi gibi hadiseler, ne Kur’an’ın ruhu ne de peygamberi bakış ile uyuşmayan şirk benzeri davranışlardır. Kur’an’ın birçok yerinde Rasulullah’ın bir beşer olduğu, Hıristiyanların Hz. İsa’ya ve Yahudilerin Hz. Üzeyir’e ilahlık atfederek sapkınlardan olduğuna ilişkin hükümlere rağmen, Rasulullah’ın biyolojik atıklarını kutsallaştırmaya dönük hurafe ve palavraları İslam diye vaaz etmek düpedüz sapkınlıktır.

Kabileci iktidar ve soylarını dini kalıplarla bezeyerek, Hz. Ali ve soyundan gelenler üzerinde terör estiren, kan döken Emevi despotizmi ve bir kısmı hariç çoğu halifeleri ile merkezi birlik adına İran etkisiyle soya dayalı patrimonyal monarşiyi şekilci ve nakilci “uyduruk” hadislerle kurumlaştıran Abbasi hilafeti dönemlerinde İslam diye icat edilen ve yaratılan  “sahte din”, Kur’an-Kerim’in nüzulünden yaklaşık bir asır sonra çoğunluğu söylencelerle bir araya getirilmiş ve çoğunluğu Resulullah’ın etrafında öne çıkmayan ve kötü şöhrete sahip kişilerce rivayet edilen menkıbelerden oluşmaktadır. Dinin kaynağı ve hükümleri Kur’an olmasına ve Kur’an’da olmayan bir hüküm tarihi anlatılarla geçerlilik kazanamayacak olmasına rağmen, dönemin siyasi ve ekonomik şartlarında “itaatkar beden”lere sahip Müslüman yaratmak ve her türden çıkarı meşrulaştırmak için “devletin ideolojik aygıtı” haline getirilen bir kısım hadisler uydurulduğu bir gerçektir. Kur’an ile karıştırılmasından korkularak Rasulullah’ın sözleri ve nasihatleri yaşadığı dönemde yazıya dökülmediği halde, Kur’an’a, tarihsel gerçekliklere, hayatın doğal seyrine ve illet-i gai’ye aykırı bir sürü hikaye dinen hükümleştirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim, dinin temel kaynağıdır. Rasulullah’ın hayatı ise Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş halidir. Peygamberi olmayan bir din ihdas etmeye çalışmak ne kadar büyük bir sapkınlık ise peygambere atfedilen hadisler üzerinden nemalanmak ve fırsatçılık yaratmak da dalalettir. Aynı şekilde Rasulullah’ı “ilahileştirerek” kurtuluşu Allah’la birlikte peygamberden de beklemek (tesniye) dinen caiz olmadığı gibi peygamberi kendi bağlamından kopartmak bizatihi peygamberin kendisine çok büyük haksızlıktır. Birçok ayetinde Allah, Rasullah’ın sadece dini tebliğ etmekle görevlendirildiği ve hidayet verecek olanın sadece Allah olduğu bildirirken, bu hükmün dışına çıkarak Rasulullah’tan şefaat ummak İslami değildir. Her şeyden önce sünnet diye ortaya konan hükümlerin, Kur’an’a ve genel dünya nizamına aykırı olmaması gerekir. 

Peki ne yapmamız gerekir? Öncelikle çoğunluk itibariyle anlamını pek bilmediğimizden, sürekli olarak Kur’an’ı güvenilir ve fazla ayrıntılı olmayan mealinden okumamız gerekmektedir. Kur’an’da belirtildiği gibi kutsal kitabımız herkesin anlayacağı şekilde açık ve anlaşılırdır. Kur’an-ı Kerim bir ilahi kitabı değildir. İnsanlığa yol gösterici olmak üzere gönderilen Kur’an-ı orijinal Arapça metninden okumak yerine daha fazla mealinden okumalı ve sindirmeliyiz. Bizi “mealci” diye imlemek isteyenlere, sahih ve bağlamına oturmuş, o olmadan dinin de olmayacağına inandığımız sünnet için de aynı yöntemi takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Özellikle Müslümanın özgürlüğüne gem vurmaya dönük kamu düzeninin her şartta korunması, lidere koşulsuz itaat, liderin yaptıklarının sorgulanmaması, geleneklerin dini ahkama dönüştürülmesi, kadınların aşağılanarak erkek egemenliğin meşrulaştırılması, Hz. Aişe’nin 9 yaşında Rasulullah’la evlendiğine ilişkin mevzu hadisler üzerinden neredeyse Allah korusun sübyancılığı meşrulaştıracak bir din yaratılması, doğayı mülkleştirme tutkusunun savunulması, geleneksel saçmalıkların ibadetleştirilmesi, aile ve kabile bağlarının din kardeşliğinin önüne geçmesi gibi cahiliye adetlerinden ilham alan menkıbeleri meşrulaştırmada bir aparat olarak kullanılagelen ve en sahih hadis külliyatında bile var olan garabetlerin, Kur’an süzgecinden geçirilmesi gerekmektedir. Bunu yapmak için menkıbelerle karıştırılmış ve hiçbir eğitim metodolojisine uymayan dini kitaplar yerine devamlı surette Kur’an meali okunmalıdır. Cahiliye adetlerini bırakmayı vaaz eden Kur’an’ın uzun uzun şirkten bahsetmesinin sebebi, insanların ilahi olanın yerine dünyevi gelenekleri, kavmi asabiyeti, para ve mal hırsını, karizmatik insanları, bilimsel gibi görünen ideolojileri koyabileceğinin Allah tarafından biliniyor olmasıdır.

Kur’anın çok iyi özümsenmesi ve sindirilmesindne sonra, dini yorum ve geleneklerin hangilerinin gerçekten İslami olup olmadığı daha iyi anlaşılabilecektir. Aslında tevhidi sindirmek yani Allah’tan başka ilah olmadığını ve Rasulullah’ın onun “kulu”  ve elçisi olduğunu akıldan çıkarmamak bile, bize dini söylencelere süzgeç olabilecek hakikat filtresi edindirecektir.

 

 

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Âdem Çaylak