Web Tasarım Ankara

FARABİ ve ŞEHİR

Lütfi Bergen

lutfibergen@gmail.com

04.07.2016

Şehir ile kent farklıdır. Şehir hanelerle kurulur. Haneler ailelerle kurulur. Aile, kadın ve erkeğin nikâh akdiyle kurulur.

İlk şehri Hz. Âdem (as) eşi ile birlikte kurmuştur. Bu şehirde Hz. Âdem hakemlik yaptı. Bunu Habil ve Kabil’in aralarındaki ihtilafı Hz. Âdem’e götürmelerinden biliyoruz. Bu ilk toplumun Allah’a şirksiz iman ettiği de açıktır. Çünkü Hz. Âdem (as) onlara iddiaları için Allah’a kurban kesmelerini emretmiş ve onlar da buna göre davranmıştı. Allah, Habil’in kurbanını kabul etti. Demek ki ilk insanlar birbirinden kopuk sürüler vahşiler ve mağara insanları olarak yaşamadı. Kurban eylemi nedeniyle Habil ve Kabil çiftçilik ve hayvancılık gibi meslekleri bilmekteydi. Hz. Âdem (as)’in yeryüzüne indiğinde Kâbe’yi de inşa ettiği düşünülürse insanlığın ilk devresi çok tanrıcı değil tek tanrıcıdır. Bu sözümüz pozitivizme de itirazdır.

Farabi, “Fazıl Medine”sini şehirlerden, şehirleri de mahallelerden hareket ederek teorileştirdi: “Mahallenin ve köyün ikisi de şehre tabidir; köy şehre hâdim olması itibariyle; (mahalle) şehre bir cüz’ü olması itibariyle tabidir. Bu kabilden ev sokağın bir cüz’ü olması itibariyle ona tabidir” (Farabi, 1990: 79). Farabi devlet değil şehir filozofudur. Şehri de fazıl toplumla izah etmektedir. Çünkü devletler değil toplumlar fazıl & batıl dikotomisine uğrar. Farabi’de şehir kâmil toplulukların en küçüğüdür. Mahalle ve köy ise eksik topluluktur. Farabi’nin şehri kâmil topluluk sayması İslâm siyaset düşüncesi için bir fırsattır. Zira İslamcılık bir devlet teorisidir. Oysa Farabî bize şehir-toplum teorisi vermektedir. Şehri kuran iradeyi mahalle ve köy topluluklarına hasretmesi aşağıdan yukarı bir örgütlenmeyi işaret etmesi bakımından önemlidir.

İslam düşüncesinde şehir ve mahallede iktisadî manada farklılaşmış unsurlar bir arada yaşamaktadır. Farabi için yalnız mahalleler değil, “ev”lerin içinde dahi farklı unsurlar vardır. “Ev (aile), bir takım unsurlar (eczâ)dan ve belirli ortaklıklardan (iştirâkât)dan oluşur ve onlarla meydana gelir. Bunların sayısı dörttür: 1) Karı-koca, 2) Efendi ve köle, 3) Anne-baba ve çocuklar, 4) Mal-mülk ve sahibi” (Farabi, 2005: 61).  Tercümeyi yapan Hanifi Özcan, bu tasnife dair şerhinde şöyle der: “Farabi, ‘mal ve mal- sahibi’ ilişkisini ilave etmek suretiyle, Aristo’nun efendi ve köle, koca ve karı, anne-baba ve çocuk olarak aileyi oluşturanların ilişkileriyle ilgili görüşünü genişletir. Bryson’un Oikonomikos’unun Arapça nüshası, seret (mal) ten, hizmetçiler, eş ve çocuklarla birlikte ev halkının gereklerinden biri olarak söz eder” (Farabi, 2005: 61). Farabi, “Fusulü’l Medeni” adlı bu risalesinde devlet adamı (el-medenî) ve sultan (el-melik)’ı bedenleri tedavi eden doktor gibi nefsleri tedavi eden idareci şeklinde tanımlamıştır. Risalede, devlet adamının “şehir halkından aşağılıkların nasıl uzaklaştırılması gerektiğini, şehri halkının (Medenîyîn) nefsinde onları (faziletleri) yerleştirecek ustalığı, onların şehir halkı arasında yok olmayacak şekilde korunmasını sağlayacak mücadele metodu (vechü’t-tebbîr)nu bilmesi gerek”tiğini yazdı (Farabi, 2005: 47- 48).

Farabi, şehir kelimesini (el- Medine), Batı kentinin Weberyen tanımlamada ele alındığı çerçevesinden çıkarmamıza fırsat vermektedir: “Eskiler ‘şehir (el-medîne)’ ve ‘ev (el-menzil)’ terimleriyle sadece meskeni kastetmediler. Fakat her ne tür mesken olursa olsun, maddesi her ne şeyden olursa olsun, her nerede bulunursa bulunsun- yerin altında veya üstünde, ister tahtadan, ister çamurdan, ister yünden ve kıldan, isterse kendisinden, insanları içinde barındıran evlerin yapıldığı başka başka bir şeyden yapılmış olsun- insanları barındıran (yahvî) meskeni ve meskenlerin barındırdığı insanları kastettiler” (Farabi, 2005: 47- 48). Farabi’nin mesken tarifinde yer alan kıl-yün malzeme kaçınılmaz olarak koyun ve keçi sahipliğini icbar etmektedir. Bu durumda İslâm şehrinde hayvancılıkla meşguliyet bu şehirlerin vazgeçilmez hususiyetleri olarak ortaya çıkar. Bilindiği üzere Batı kentinde ve İbn Haldun’un umran fikrinde çiftçi ve çobanlar aşağı bir tarihsel kategoridir.

Farabi’de “toplum” ile “medine” arasında bir ayrıma da gidilmez. Farabi’de fazilet ve kemâl şehirde elde edilir: “Hayrın efdali ve kemâlin âlâsı- şehirden ufak olan topluluk merkezlerinde değil- şehirlerin sınırları içinde elde edilir (...) Sakinlerinin ancak saadete erişmek maksadıyla yardımlaştıkları şehir, fazıl bir şehir olur. Zaten saadete erişmek maksadıyla kurulan her topluluk da fazıl bir topluluk sayılır. Onun içindir ki, bütün şehirleri- saadete erişmek maksadıyla elele vererek- çalışan bir millet de fazıl bir millettir; bütün milletleri, saadete ulaşmak maksadıyla elbirliği ile çalışan bir dünya da fazıl bir dünya olur” (Farabi, 1990: 80).

Farabi’nin ev ve şehire bakışı şehrin plansız bir yapılaşma ile kurulduğu fikrini taşımamıza engel oluşturur. Zira O’na göre “şehir ve evin her birisi de, bazısı daha aşağı, bazısı daha üstün, biribirine bitişik ve farklı derecelere sahip, her birisi bağımsız olarak belirli bir fiili yapan, fiilleri, şehrin veya evin amacının tamamlanması için karşılıklı yardımlaşmada birleşen belirli sayıda farklı kısımlardan meydana gelir. Ancak ev, bir şehrin parçasıdır ve evler şehrin içerisindedir (…) O halde, bedenin organlarında olduğu gibi, şehrin bütün parçaları, bu birleşmeleriyle, şehre ve bir kısmı vasıtasıyla diğer kısmının varlığının devamına yararlı olur” (Farabi, 2005: 62-63).

Farabi’de “faziletli şehir, son yetkinliğe, yani en son mutluluğa erişmek için, sakinleri arasında karşılıklı yardımlaşma bulunan şehirdir.” Batıl şehir ise, sakinlerinin amacı, zenginliğe erişmek ve zevk veren şeylerden yararlanmak hedefini koyarlar ve belki tek bir fazilete bile ihtiyaç duymazlar. “İşte bundan dolayı, zaman zaman aralarında uygulayabilecekleri uyum (i’tilaf) ve adalet, gerçek adalet olmayıp, ancak adalet olmadığı halde, adalete benzeyen bir şeydir” (Farabi, 2005: 67).

Farabi, “Fadıl Medine- Fazıl olmayan Medine” ayırımı yapmış ise de biz bu ayrımı “Fazıl Şehir & Batıl Şehir” olarak kavramlaştırmayı teklif ediyor ve bu kavram çiftiyle düşünce üretiyoruz. Ayrıca biz “şehir (medine)-kent (polis/urban/civilis/city)” ayrışmasını yaparken Farabi’nin tasnifini esas almaktayız. Ancak bu tasnifimizde Farabi’den farklılık arzeden bir husus bulunmaktadır; bu da Batı-Doğu kentlerinin İslam şehri (medine) sayılamayacağı kanaatidir.

Bizim kavramlaştırmamızla Doğu’da “kent” adı ile ortaya çıkmış yerleşim alanları (Taşkent) İslâm şehrini işaret etmemektedir. Teorimizde İslâm şehri, fazıl toplumun adalet yurdudur.

Batı’daki civilisation’un “uygarlık” kavramıyla ve civilis’in “kent” kelimesiyle ilgisi birçok yazarca teslim ediliyor. Farabi’nin de “şehir” kavramını “Medine”den hareketle kullandığını söylemek mümkün görünüyor. Bu durumda “umran” ve “hadara” kelimelerinin kesinlikle “medeniyet” teriminin karşılığını oluşturmayacağı söylenebilecektir.

Farabi’nin “fazıl şehre aykırı şehri” Fazıl medine’nin karşısına koyarken iki ölçü kullandığı zikredilmiştir: 1) Halkın saâdet anlayışı, 2) İdarecinin takip ettiği siyaset (Bayraklı, 1983: 72). Farabi’de üç “batıl şehir” tiplemesi vardır:

1) Cahil Şehir: Halkı, saadeti tanımayan şehirdir ve saadeti de düşünmezler. Kendilerine öğretilse bile onu Kabul etmez ve ona inanmazlar. Onlar ancak servet, sıhhat, şehvet, serazad yaşamak, şöhret-itibar kazanmak gibi zevahiri hayatın gayesi bilirler. Onların en büyük mutlulukları da bütün bu şeylerin bir arada toplanmasıdır.

2) Fâsık Şehir: Bu şehrin halkı mutluluğa ileten işlerin ne olduğunu bilir ve hayal ederler. Bununla beraber bu işlere sarılmayıp Cahil Şehir halkının işlediklerinin aynısına yönelmişlerdir.

3) Delalet Şehri: Sapık (dale) şehirler fazıl şehrin ilkelerinden başka ilkelerle hareket ederler. Bu hak ilkelerin taklitlerini savunurlar. Onların savunduğu mutluluk da gerçek mutluluğun taklididir.

Farabi bu tasnifi yaparken yalnız şehirleri nitelemez, fazıl şehre aykırı şehirlerin halklarının da fazıl şehre zıt kaldığını söyler (Farabi, 1990: 90). Demek ki şehri fazıl kılan mimarinin İslâmîleştirilmesi değil, toplumun faziletidir. “Şeref-ül mekân bil mekîn” denmiştir. Yani “Mekânın şerefi mekîn (oturan) iledir.”

Farabi, fazıl şehre zıt kentleri bu üçlü tasnife tabi tuttuktan sonra alt tasniflere de yer verir. Bayraktar’a göre Fazıl medine’ye zıt devletlerin tanımlanmasında şu ölçüleri kullanır: 1) Halkının karşılıklı yardımlaşması hangi gaye uğruna yapılıyor? 2) Ekonominin hizmet ettiği gaye nedir? Ekonomi bir gaye mi, yoksa vasıta mı? 3) Kentler arası ilişkide, kent halkının fertleri arasındaki ilişkide başkalarına zorla hâkim olma isteği bulunmakta mıdır? 4) Ahlâkî davranışlar baskılanmakta mıdır? (Bayraklı, 1983: 71).

Farabi için fazıl olmayan kentin halkı saadeti ne tanır, ne de düşünür. Kendilerine öğretilse bile onu kabul etmezler ve ona inanmazlar. Çünkü onlar ancak sıhhat, servet, şehvet, serazad olmak, saygı-itibar kazanmak gibi zevahire hayatın gayesi nazarıyla bakarlar. Saadet saydıkları şeyler de bunlardır ve bütün bunların bir arada toplanmasıdır. Onlara göre saadetin zıdları: bedbahtlık, hastalık, fakirlik, lezzetlerden mahrum kalmak, istediklerini yapamamak, itibarsız kalmaktır (Farabi, 1990: 91).

FARABİ'DE ŞEHİR

Fazıl Şehir

Batıl Şehir

 

1. Cahil Şehir

 

2. Fâsık Şehir

 

3. Delalet Şehri

 

Farabi, Cahil Şehir kavramı altında da 6 tip şehir kavramı vermiştir:

Cahil Şehir

a) Zarurî kent (ed-Medînetu’d-Darûriyye)

b) Değiştirici Kent (el-Medînetu'l-Beddâle) sarraf-servet kent

c)Bayağı ve Düşük Kent (Medînetu’l-Hisseh ve’s-Şekvah)

d) Haysiyet Kenti (Medînetu'l-Kerâme)

e) Zorba Kent (Medînetu'l-Tagallub)

f) Cimaî Kent -  Özgür Kent (el-Medînetu'l-Cemâiyye ve hurr)

 

a) Zarurî kent (ed-Medînetu’d-Darûriyye): Bunun halkı, yaşamak için yiyecekten, içecekten, giyecekten, evden ve kadından ancak zarurî olan mikdarda iktifa ederler ve bu şeyleri elde etmek için birbirlerine yardım ederler (Farabi, 1990: 91).

b) Değiştirici Kent (el-Medînetu'l-Beddâle) sarraf-servet kent: Bunun halkı, ancak servet ve sâmanlarını artırmaya çalışırlar. Topladıkları serveti başka uğurda kullanmayıp onu hayatın gayesi addederler. Dolayısıyla servetlerini durmadan kabartıp çoğaltmaya çalışırlar (Farabi, 1990: 91).

c) Bayağı ve Düşük Kent (Medînetu’l-Hisseh ve’s-Şekvah): Bunun halkı, hayatın maddi zevklerine düşkündürler. Yemek, içmek, şehvet peşinde koşmak, tahayyüle dalmak gibi şeyleri, hele eğlenti ve şakayı, her bakımdan ve her şeyden üstün tutarlar (Farabi, 1990: 91).

d) Haysiyet Kenti (Medînetu'l-Kerâme): Bunun halkı, başka milletler arasında ün ve itibar kazanmak, övülmek, saygı görmek, şan ve şöhretini artırmak için el ele verirler. Yabancılar arasında ve kendi aralarında büyük tanınmak isterler. Her ferd dilediği veya elinden geldiği kadar izzet ve ikram görmek ister (Farabi, 1990: 92).

e) Zorba Kent (Medînetu'l-Tagallub): Bunun halkı başkalarını ezmeye fakat başkaları tarafından ezilmemeye çalışırlar. Bütün zevkleri zafer ve tagallüpten ibarettir (Farabi, 1990: 92).

f) Cimaî Kent -  Özgür Kent (el-Medînetu'l-Cemâiyye ve hurr): Bunun halkı, serazad yaşamak gayesini güderler. Yalnız diledikleri gibi yaşar ve dilediklerini yaparlar (Farabi, 1990: 92).

Farabi, bir şehirde halkın ya da reisin fazilete ait temyiz kudretinde sapma meydana gelir de kent cahiliyete, değişmeye, fıska, dalalete doğrulursa “kötü adamın şehirlerden sürülmesi” değil, fazıl adamın faziletli şehirlere hicret etmesi gerekir. “Faziletli bir kişinin bozuk idareler (es-siyâse el fâside) de kalması haramdır ve eğer kendi zamanında bil-fiil mevcutsa, faziletli şehirlere hicret etmesi gerekir. Eğer bunlar (faziletli şehirler) yoksa o zaman faziletli kişi, bu dünyada yabancıdır ve yaşantısı sefîl (radî)dir; dolayısıyla, bu kişi için ölüm, hayattan daha iyidir (Farabi, 2005: 126).

Farabi’ye göre fazıl şehri kuran ilk yönetici arif, âlim ve mürşid bir kişidir: “Mutlak anlamda ilk yönetici, başka bir kimsenin hiçbir işde kendisini yönetmesine asla gerek duymayan kişidir. O bilim (‘ilm) ve marifeti gerçek anlamda elde etmiş olup, hiçbir şeyde kendisine yol gösterecek bir insana gerek duymaz” (Farabi, 1980: 44).

Farabi’ye göre erdemliler hareketi bireysel değil toplumsal bir eylemdir. Farabi’nin yaklaşımına göre “ilk yönetici gerçekte hükümdar olup, onun vahiy almış olduğu söylenmelidir” (Farabi, 1980: 45). Şehri peygamberlerin kurduğu düşüncesi Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e bütün peygamberlerin fazıl toplum arayışı içinde olduğu fikrimizle de mutabıktır. Farabi, devlet teorisi değil fazıl toplum teorisi getirerek İslâmcı düşüncenin umrancı yaklaşımlarından farklı bir alan açmaktadır.

Âlim, arif ve fazıl bir mürşidle şehir kurma (fazıl ve adil toplum inşa etme) fikri Müslümanları bir hareket metoduna itmektedir: “Bu başkan tarafından yönetilen erdemli kişiler erdemli, iyi ve mutlu kişilerdir. Bu kişiler bir ulus oluşturursa, o, erdemli bir ulus olur (Mütercim millet terimini “ulus” olarak tercüme etmekle hatalıdır-LB). Onlar bir yerleşme bölgesinde toplanırlarsa, onları böyle bir yönetim altında bir araya getiren bu yer, erdemli şehir olur. Ama bir yerleşme bölgesinde değil de, değişik yerleşme bölgelerinde toplanırlarsa ve bu bölgelerin insanları söz konusu yönetimin dışında başka yönetimler altında iseler; onlar, o yerleşme bölgesinin erdemli yabancıları olarak yaşarlar. Onların böyle dağınık yaşamaları, ya bir araya gelebilecekleri şehrin henüz bulunmayışından ötürüdür; ya da böyle bir şehirde olmalarına karşılık, düşman saldırısı, veba, kıtlık ve bunun gibi birtakım felâketler yüzünden dağılmak zorunda kalmış olmalarından kaynaklanmaktadır” (Farabi, 1980: 45-46).

“Erdemli yabancılar” kavramı önemlidir. Bunlar “Batıl şehir” (yani kent”) toplumlarında erdemlerini koruyarak yaşamakta olan gariplerdir. Farabi’nin bu kavramı nedeniyle Müslümanların “yerli”liğinden değil “erdemli yabancılığı”ndan bahsedilmelidir.

Farabi’nin bir de “Erdemli Şehirlerdeki Türediler” hakkında tasnifi vardır. Fakat bu yazının konusu değildir.

-Bayraklı Bayraktar, Farabi’de Devlet Felsefesi, Doğuş Yayınları, 1983

-Farabi, El Medinetü’l Fazıla, MEB Yayınları, 1990

-Farabi, Fusûlü’l Medenî- Tenbîh Alâ Sebîli’s- Sa’âde Farabi’nin İki Eseri, Haz: Hanifi Özcan, 2005

-Farabi, Es-Siyaset ul Medeniyye veya Mebâdi-ul Mevcûdât, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1980

 

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Lütfi Bergen