Sedat yazarak var oldu ama kitabını yazamadı. Çünkü Sedat biteviye kavga ve isyan halindeydi. Yeryüzünün lanetlilerinin ortasından konuştuğu inancıyla görüyor, gözlüyor, yaşıyor, eyliyor, yazıyor, en çok da isyan ediyordu. Ahlâkının isyanını ediyor, isyanının ahlâkını gözetiyordu. Onun için bilişin doğrusu ile eyleyişin doğrusu birdi; bilen, eylerdi.
Peki Sedat Yenigün nedir? Her bir kişinin bildiği Sedat Yenigün diğerinin bildiğinden farklıdır. İskenderpaşa camiindeki ihtiyarın anlattığıyla milliyetçi öğrencisinin anlattığı, Cumayı bırakmış tasavvuf aleyhtarı dostununkinden de İran devriminin coşkulu takipçisinkinden de, edebiyatçı akademisyeninkinden de farklıdır.
Siyasete “genel ahlâk” kavramı üzerinden taşıyanlar usandırmıştır çoğumuzu ahlâk bahsinden. Çünkü bu genel ahlâk dünyası riyakârlıklarla doludur. Sanki bütün bir âlemin reason d’état’sı kurumlardır ve görünüşte bütün insanlığın hayrına olan bu kurumlara her bir insanın kanlı canlı naçiz varlığı armağan edilmiştir.
Bazı zamanlar gelir, ağır bir yükle ezildiklerini hissettiğim gayretli öğrencilerimi hafifletmek isterim. Derim ki, “Bırakın üzerinizden; medeniyet kurma veya ihya misyonunun altında ezilmeyin; atın sırtınızdan bu kurguyu, dünyanızı hafifletin.” Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak, kısaca ve basitçe “doğru olmak” gibi bütün bir hikmet-felsefe geleneğinin de çok daha basit ama nefislere o denli ağır gelen hedefi varken, şablonlara, kurgusallıklara boğuyoruz dünyamızı ve eziyoruz kendimizi ve nesillerimizi.
Yazmak benim için zor bir uğraşı. Kendimi kaptırıp bir konuya ilişkin uzun uzun yazdığımı görenler aklıma bir konu geldiğinde elime kalem geçirdiğim gibi durmamacasına kalem oynattığım zehabına kapılabilir. Halbuki hayatta en büyük itmi’nan hissine yazmakla erişsem de bütün varoluşu yazmakla vücut bulan velût bir babanın düşünmekten ve zihinde kurgulamaktan yazmaya nadiren geçebilen bir çocuğu olmak düşmüş hisseme.