Web Tasarım Ankara

HDP’Yİ KAPATMAK, MUHALİF KÜRT HAREKETİNİ REJİME ENTEGRE ETMEK VE DEVLETE MUTİ KILMAK AMACINI MI TAŞIMAKTADIR?

 

 

Âdem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

21 Mart 2021

 

Arap-İslam, Fars-İslam ve Türk-İslam imparatorlukları devlet geleneğinden mülhem Türkiye’de siyasal akıl, rejime “muhalif” ve devlete “düşman” gördüğü toplumsal ve siyasal hareketleri, sisteme eklemleme, rejime entegre etme ve kendine “iman” ettirme noktasında oldukça mahirdir. Cumhuriyet dönemi Türkiye’si, bu tespiti doğrulayacak çok sayıda örneğin adeta “test edilme ve onaylanma laboratuvarı” haline gelmiştir.

 

 Türkiye’de devlet aklının, karşıtlarını dahi kendine eklemleme yeteneğinin ardında, “rıza” ve “gönüllü kulluk”la çalışan ve onun “beden”inde erimek isteyen “ruh”ların varlığıdır. “Beden” eskimeye yüz tuttuğunda, erimeye hazır ve nazır “ruh”ları kendine eklemleyerek, varlığını hepten tahkim ederek yoluna devam etmektedir. Devlet tanrısının siyasal aklı öyle çalışıyor ki, her dönemde kendi “madde”sini yeniden üretecek “form” bulmakta zorlanmamaktadır. Devletin tanrısı, “madde”sini güçlendirecek “form”lar üzerinden kan tazelemekte mahir hale gelmiştir.

 

Devletin tanrısı, tek parti döneminde (1925-1946/50) “etnisist/milliyetçi/seküler otoriter Kemalist” formla, DP döneminde (1950-60) “halkçı/popülist Atatürkçü” formla, 1960’larda “darbeci/sol Kemalist” ve “milliyetçi/halkçı/popülist Kemalist merkez-sağ” formla, 1970’lerde, “milliyetçi/halkçı ve milli cepheci” formla, 1980’lerde “darbeci/Atatürkçü ve liberal muhafaza’kar’ ılımlı merkez-sağ” formla, 1990’larda “merkez-sağcı ve darbeci seküler Kemalist” formla, 2000’lerde “dinci Kemalist (Hizmet’kar’ şebeke) ile muhafaza’kar’ demokrat (Ak Parti) bileşiminden oluşan “Akhizmet” formla, 2010’larda “muhafaza’kar’ İslamcı  yerli ve milli “Akkurt” formla, kendi “madde”sini hepten tahkim etmiş ve Kemalist “beden”ini taze kanlar ile yıkar hale gelmiştir. Devletçi “beden”, en çok da “muhafaza”kar” İslamcı “ruh” ile yenilendiğinde büyük rahatlık içine girmiştir. Çünkü, devlet “madde”sinin bugüne kadar zor, darbe, baskı ile bir türlü kendine muti hale getiremediği geniş muhafaza”kar” tabana dayalı İslamcılar, “rıza” ve “gönüllü kulluk” üzerinden sisteme bağlanmışlar hatta “beden”in “ruh”u haline gelerek, kutsal ve yüce devleti, neo-Osmanlıcı, milliyetçi ve muhafaza”kar” reflekslerle aşırı savunur hale gelmişlerdir.      

 

İlk dönemde yani, Cumhuriyet’in kuruluşundan Demokrat Parti’nin iktidar sürecinin sonuna kadar, siyasal rejim için “tehlikeli”, “yıkıcı” ve “muhalif” olduğu düşünülen ve sözüm ona “İslamcı”, “aşırı sağcı” ve “aşırı solcu” addedilen düşünce, aydın, akım ve hareketler “kurucu şiddet”in zor ve baskısı ile tasfiye edilmiş, toplumsalın ve siyasalın dışına itilmiştir.

 

İkinci dönemde ise, uluslararası güç odakları ile bağlaşıklı devlet aklı, 1960’lardan günümüze değin siyasal rejimin “ötekisi” olarak gördüğü muhalif sosyalist, dinsel ve etnik toplumsal/siyasal hareket ve partileri sistem için tehdit olmaktan çıkaracak iki yol takip etmiştir. İlki, devlet için tehlikeli olduğu varsayılan düşünsel, toplumsal ve siyasal hareketlere yönelik “zor” ve “baskı” yanında, ilgili hareketlerden rejim için “rıza” ve “gönüllülük” devşirecek onama teknik ve mekanizmalarının devreye sokulmasıdır. İkincisi, muhalif ve öteki görülen akımlara yaşatılan mağduriyet ve mazlumiyetin patolojisi üzerinden ilgili hareketlere yönelen teveccühü, iktidar ortağı yaparak ya da iktidara getirerek “muhalif gaz”ının alınması, rejime eklemlenmesi ve devlete muti hale getirilmesidir. Başka bir deyişle rejim için tehdit görülen bir hareketin, bizzat o hareketin içinden çıkmış lider kadrosuna iktidar yolu açılarak güçlendirilmesi ve muhalif hareketin iktidar döneminde sönümlenerek rejim için tehlikeli olmaktan çıkarılmasıdır.

 

1960’lar sonrası Türkiyesi’nde, devlet aklının “öteki” ve “tehdit” olarak gördüğü, kabaca söylemek gerekirse, üç tür muhalif düşünce, akım ve hareket vardı. Sosyalizm/komünizm, İslamcılık ve Kürt kimlik hareketi (1970’lerde başlayıp PKK ve Kürt siyasal partileri ile tırmanışa geçen). Bunlardan sosyalist/komünist düşünce ve hareket 1960-80 arası dönemde “zor” ve “rıza” üzerinden ehlileştirilmiş, büyük çoğunluğu ile İslamcı düşünce ve hareket ise 1990-2016 arası dönemde yaşanan gelişmelerle rejimin ve devlet için “tehlikeli” olmaktan çıkmış, aksine neredeyse tamamına yakını zaten tarihsel damarlarında potansiyel olarak var olan milliyetçi/muhafazakar (milli/yerli) halet-i siyasiye ile yerleşik status quo’yu hararet ve hamasetle savunur hale gelmiştir. Dikkat edilirse, 1960-80 arası dönem sosyalist, 1990-2016 arası dönem ise İslamcı düşünce ve hareketin yükselişe geçtiği dönemlerdir. Bu süreçlerin takip ettiği gelişim çizgileri kısaca şu şekilde cereyan etmiştir:   

 

Bu bağlamda, 1960’ların anti-emperyalist, anti-kapitalist, özgürlükçü, eşitlikçi ve sermaye karşıtı ancak büyük kısmı Kemalizm’in hegemonik etkisinden kendisini azade kılamamış muhalif komünist/sosyalist aydın, aktör, düşünce ve hareketlerin çoğunluğu, 1980’lerden sonra özel ve kamu sektörü sermayesinin köşe başlarında yer alarak 1980’lerin sonlarında hepten “yükselişe geçen” ya da “tırmanışa geçirilen” İslamcı toplumsal hareket ve siyasal partilere karşı rejimin bekçileri haline gelmiş ya da getirilmiştir.

 

Benzer şekilde, 1980’li yıllardan 2000’lere kadar rejime, din karşıtı “Kemalist rejim”, devlete “zalim” ya da “kafir” devlet diyerek adalet ve dinsel hürriyet eksenli muhalefet eden İslamcı aydın, aktör, STK, düşünce ile toplumsal ve siyasal hareketlerin neredeyse tamamı, kısmen AK Parti’nin iktidarının kalfalık döneminden (2007-2011) başlayarak, ustalık döneminin başlangıcı diye adlandırılan 2011’den sonra gerçekleşen Gezi (2013) ve “Akdevletin” “Kurtuluş Savaşı” haline gelen 15 Temmuz (2016) süreçlerinden sonra, rejime eklemlenmiş/entegre edilmiş, rejim tarafından yutulmuş ve devletin mûti ve sadık kulları haline gelmiştir. Özellikle tamamına yakın İslamcı düşünce, toplumsal ve siyasal hareketlerin, Ak Parti iktidarı ile birlikte nasıl devlet aklına eklemlenip entegre edildiğini ve rejimin sadık kulları haline getirildiğini, şimdi değil, 2011-2015 tarihleri arasındaki Milat gazetesi yazılarımda (örn. Müslüman Siyasi Aklın “Devletleşmesi” Sorunu 30.10.2014, İktidarcı İslamcılık 30.04.2015, Ak”saray”a Ram Olan İslamcılık 23.10.2014 gibi pek çok yazımda. Milat gazetesi 5 yıllık tüm yazılarımı arşivinden kaldırdığı için link versem de açılmıyor) ve Adalete Davet sitesi yazılarımda (Kemalist “Beden”i Tahkim Eden Muhafaza’kar’ İslamcılık “Ruh”u, 29.04.2016, https://www.adaletedavet.com/kemalist-bedeni-tahkim-eden-muhafazakar-islamcilik-ruhu, “Kutsal Çoban” Kültü Üzerinden Sömürgeleşen Muhafaza”kar”lık, 12.05.2016, https://www.adaletedavet.com/kutsal-coban-kultu-uzerinden-somurgelesen-muhafazakarlik gibi bir çok yazımda) ayrıntılı bir biçimde aşikar kılmıştım.

 

Türkiye’de siyasal akıl, devletin birliği ve bölünmez bütünlüğü ve rejimin geleceği adına üçüncü “öteki” ve büyük “tehdit” olarak gördüğü PKK odaklı Kürt siyasal parti ve hareketleri, 1990’lı yıllardan günümüze kadar “zor”, “kapatma” ve “yasaklama” ile etkisizleştirmek istese ve PKK’ya yönelik yıllardan beri terör operasyonları gerçekleştirse de, milliyetçi/muhafazakar (milli ve yerli) “iktidarcı” İslamcılığın devlet aklı ve rejim ile özdeşleşerek uyguladığı baskıcı siyasetin de etkisiyle,  Kürt kimlikli siyasal hareket, en son HDP örneğinde olduğu gibi, yükselişe geçmiştir.

 

Komünizm/sosyalizm ve İslamcılık, hadım edilip devlete muti hale getirildikten sonra, Kürt kimlikli toplumsal ve siyasal hareketlerin de sisteme entegre edilip sönümlendirilmesi ve devlet ve rejim muhalifi olmaktan çıkarılması adına devlet aklı, 15 Temmuz darbe girişiminden bugüne, başta HDP başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere pek çok HDP’li etkili siyasileri hapse atmış ve siyaseten yasaklamış ve en son HPD kapatma davası ve Kürt muhalefet hareketinde öne çıkan belirli isimlere  (Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi) siyaset yasağı ile getirerek, mazlumiyet ve mağduriyetin yaratacağı toplumsal psikolojinin etkisiyle oluşacak kitle desteği ve teveccühle iktidara taşınması ya da iktidar ortağı olması hamleleriyle ve Kürt siyasal hareketinin “Türkiyeleşmek söylemi” üzerinden sisteme entegre ve eklemleme hareketini başlatmıştır.

        

Belirli siyasal akla ve derinliğe sahip rejim, kendine “düşman” ve “öteki” gördüğünü mağdur ederek sisteme entegre etmek isterken, tasfiyenin memurlarının tasfiyesini de iyi hesap etmektedir. İlerde tasfiyesine karar kılınmış tasfiyenin memurları, bu kez, eskiden rejim muhalifi ve devlet düşmanı görülen ve iktidar döneminde rejim bekçisi haline gelmiş “yerlici”, “millici”, “devletçi” ve “Türkçü” kimliğe aşırı vurgulu eski İslamcı/muhafazakarlar seçilmiştir.  Başka bir deyişle bu gidişle derin devlet aklının, “Akkurtçu iktidarcılığın” yarattığı travmanın beslediği mazlumiyetin patolojisi üzerinden oluşacak toplumsal teveccühle, Kürt siyasal hareketine ve Kürtlere belirli siyasal, iktisadi, mali ve bürokratik alanlar açması, rejime ve Türklüğe iman ettirmesi ve kendine eklemlemesi muhtemel görünmektedir.   

 

Aynen Erdoğan örneğinde olduğu gibi yakın bir süreçte Demirtaş’ın hapisten kahraman olarak çıkar(tılar)ak, Kürt siyasal hareketini terör üzerinden tanımlamaktan uzak bir Türkiye partisi olarak sunması, Kürt siyasal hareket ve liderlerine yaşatılan mağduriyet ve mazlumiyetin patolojisinin de etkisiyle büyük bir kamuoyu desteğine mazhar olması ve bunun üzerinden iktidara doğru taşınarak kimlik eksenli muhalif Kürt siyasal hareketinin de rejime entegre edilmesi ve devlet için tehdit olmaktan çıkarılması muhtemel gelişmeler olarak kaydedilmelidir. 

 

Muhalif İslamcı hareketin geçmişte mağdur edilmiş ve zulme uğramış karizmatik muktedir Erdoğan üzerinden ehlileştirilip Kemalist rejim ve devletin bekçisi haline gelmesi gibi, “ayrılıkçı” ve “bölücü” addedilen Kürt siyasal hareketi de, özgürlüğü baskılayan, eşitliği hiçe sayan, adalet duygusunu bertaraf eden, “zor” ve “yasağa” dayalı devletçi iktidar uygulamaların yarattığı travma ve dogmatik dini söylem ve uygulamaların yeni kuşaklarda yarattığı tepki ile tam da “güler yüzlü” çehreye, çocuk ve genç yeni kuşakların eğlence, anlam ve davranış dünyalarına hitap edebilme yeteneğini haiz dil ve üsluba sahip Demirtaş türünden liderler üzerinden Kürt siyasal hareketinin toplumda büyük mazhariyete sahip olarak iktidara taşınması, yukarıda izah ettiğim hususlar dikkate alındığında, sisteme eklemlenme ve rejime entegre edilmesi muhtemel görünmektedir.    

 

 

Sonuç olarak buradaki analizimiz, uluslararası sistemin belirli güç ve çıkar odakları ile dengeli ve iltisaklı bir biçimde Türkiye’de siyasal aklın  hep mağdur ettiklerini sisteme entegre ettirmek için iyi tasarlandığını ve rejim düşmanlarını etkisizleştirmekte, kirlenmiş ve urlanmış bağırsaklarını boşaltmakta ve kan tazelemekte devlet aklının oldukça iyi çalıştığını söylemek, olumlu ya da olumsuz bir değer yargısı belirtmekten ziyade, Türkiye’de siyasal gerçekliğin fotoğrafını çekmeye matuftur. Şu kadarını söylemek durumundayım ki, ne yazık ki sistemin adaletsizlik ve kötülüklerine muhalefet eden siyasal ve toplumsal hareketler tarafından her defasında zoka yutulmakta ve maalesef mazlumiyetin patolojisinden mağduriyet ve ardından rejime can ve kan veren magruriyet, iktidar ve kibrin yaratılması serencamına sahne olunmaktadır. Devlet, düşmanlarını ve ötekilerini mağduriyetle iktidara getirerek ve istediklerini güya vererek kendine imam ettirmesini bilen bir siyasi akla sahip olduğunu kanıtlamıştır.  

           

 

 

Kategori: Âdem Çaylak