Web Tasarım Ankara

KEMALİST “BEDENİ” TAHKİM EDEN MUHAFAZA”KAR” İSLAMCILIK “RUHU”

 

Adem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

29.04.2016

Şerif Mardin, 30 Eylül 2003 tarihinde Ruşen Çakır’a verdiği bir mülakatta (Vatan, 30.09.2003) aynen şöyle demiştir: “AKP’nin iktidarda olması Kemalizm’in bir başarısı sayılmalıdır”. Mardin’in sözünden ilham alarak, yaklaşık 13 yıl sonra daha ileri giderek, Türkiye’de İslami köklerden gelen iktidar sayesinde, Kemalist “bedeni” tahkim eden bir tür siyasi muhafaza”kar” İslamcılık “ruhu”nun oluştuğunu iddia ediyorum. Başka bir deyişle, bugünün şartlarında Türkiye’de, “seküler” Kemalist “bedene”, “manevi/muhafaza’kar’” “ruh” üflenerek, Kemalist “beden” hepten güçlendirilmiştir. Devlet “madde”sinin taşıyıcısı olan Kemalist “beden”, Ak Parti iktidarı ve yapıcı da olsa hiç bir eleştiriye tahammülü olmayan milliyetçi/ muhafaza”kar” İslamcı geniş taban sayesinde, kendi “manevi/dindar/muhafaza”kar” İslamcı “form”unu üretmeyi başarmıştır. Muhafaza”kar” İslamcı “ruh”, devlet “madde”sinin taşıyıcısı olan Kemalist “beden”le mahiyette aynileşmiştir. Manevi/milliyetçi/muhafaza”kar” İslamcı şırınga ile “ruh”u yenilenen Kemalist “beden”e dayalı hegemonya, sözüm ona kendi karşıt ve muhaliflerini bile kendine benzetmeyi başarmıştır. İbn Haldun’un, “Yenilenler yenenleri taklit eder”, Paulo Freire’nin, “Ezilenlerin Pedagojisi” ve “Her katil kendi celladına aşık” olur sözlerini hatırlatırcasına, İslamcı siyaset ve aşırı destekçileri olan muhafaza"kar"lar, Kemalist devletin manevi aşıcıları ve dinsel versiyonu haline gelmiştir. 

“Zor”a dayalı seküler Kemalist hegemonyanın, karşıtlarını dahi kendine eklemleme yeteneğinin ardında, “rıza” ve “gönüllü kulluk”la çalışan ve onun “beden”inde erimek isteyen “ruh”ların varlığıdır. “Beden” eskimeye yüz tuttuğunda, erimeye hazır ve nazır “ruh”ları kendine eklemleyerek, varlığını hepten tahkim ederek yoluna devam etmektedir.

Devlet tanrısının siyasal aklı öyle çalışıyor ki, her dönemde kendi “madde”sini yeniden üretecek “form” bulmakta zorlanmamaktadır. Devletin tanrısı, “madde”sini güçlendirecek “form”lar üzerinden kan tazelemekte mahir hale gelmiştir. Devletin tanrısı, tek parti döneminde (1925-1946/50) “etnisist/milliyetçi/seküler otoriter ve totaliter Kemalist” formla, DP döneminde (1950-60) “halkçı/popülist Atatürkçü” formla, 1960’larda “darbeci/sol Kemalist” ve “milliyetçi/halkçı/popülist Kemalist merkez-sağ” formla, 1970’lerde, “milliyetçi/halkçı ve milli cepheci” formla, 1980’lerde “darbeci Atatürkçü ve liberal muhafaza’kar’ ılımlı merkez-sağ” formla, 1990’larda “merkez-sağcı ve darbeci seküler Kemalist” formla, 2000’lerde “dinci Kemalist (Hizmet’kar’ şebeke) ile muhafaza’kar’ demokrat (Ak Parti) bileşiminden oluşan formla, 2010’larda “muhafaza’kar’ İslamcı” formla, kendi “madde”sini hepten tahkim etmiş ve Kemalist “beden”ini taze kanlar ile yıkar hale gelmiştir. Kemalist “beden”, en çok da “muhafaza”kar” İslamcı “ruh” ile yenilendiğinde büyük rahatlık içine girmiştir. Çünkü, devlet “madde”sinin taşıyıcısı olan seküler Kemalist “beden”in, bugüne kadar zor, darbe, baskı ile bir türlü kendine muti hale getiremediği geniş muhafaza”kar” tabana dayalı İslamcılar, “rıza” ve “gönüllü kulluk” üzerinden sisteme bağlanmışlar hatta Kemalist “beden”in “ruh”u haline gelerek, kutsal ve yüce devleti, neo-Osmanlıcı, milliyetçi ve muhafaza”kar” reflekslerle aşırı savunur hale gelmişlerdir.       

Muhafaza”kar” İslamcı “ruh”, nasıl Kemalist “beden”i güçlendiren bir aparat haline geldi? Bu teorik analizlerimizi somutlaştıralım isterseniz. İşte size uzun bir analiz listesi sunuyorum:

-İlker Başbuğ’un Erzurum Palandöken yerel gazetesine verdiği beyanatta (Palandöken, 15.04.2016), “hizmet”kar şebekeyle mücadele üzerinden Cumhurbaşkanına övgü yağdırması, toplumun bütün gücüyle iktidarın arkasında durması gerektiğini ifade etmesi, Teke Tek programında konuşan Doğu Perinçek’in, “Tayyip Erdoğanlar bizim mevzimize geldi. Biz kendi mevzimizde duruyoruz. Onların gelmesinden sevinç duyuyoruz” (Haber Türk Tv, Teke Tek Programı, 12.01.2016) türünden açıklamalar yapması karşısında milliyetçi/muhafaza”kar” İslamcıların sessiz kalması, hatta neredeyse gururlu “ruh”larının okşanması,  

-Ergenekon (“seküler Kemalizm”) ile (F)ergenekon (“dinci” Kemalizm/Hizmet’kar’ şebeke”) arasındaki simbiyotik ilişki fark edilmediği için, sözüm ona (F)ergenekon’la ya da Hizmet”kar” şebeke ile (Bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan çok önceleri, belki de yazılı basında “paralel” kavramını ilk kullananlardan birisi olduğum için, özellikle “paralel” kavramını kullanmadığımı belirtmek isterim. Kullandığım yer ve tarih için, bkz. “Kürt Çözümü”nü Tıkayan Ulusçu İki ‘Paralel’ Devlet (Milat, 02.04.2012) mücadele etmek adına, ulusalcı, Ergenekoncu, “derinci”, “askercil”, milliyetçi ve Türkçü Kemalist yapı ve oluşumlarla ittifak yapılır hale gelinmesi,

-Dün devlete “kafir”, Kemalist rejime “tağuti rejim” diyen İslami hareketin neredeyse tamamına yakınının, bugün devleti kutsadığı ve iktidara laf söyletmediği hatta söyleyenleri hain, düşman ve öteki gören bir duruma gelmesi,  

-Dün devlet ve iktidara muhalif ve eleştiri getiren İslamcı sivil toplum örgütleri ve bazı cemaat ve tarikatların bugün ulufe, rant ve çıkar üzerinden devlet ve iktidarın arka bahçesi haline gelmeleri, hepten iktidar odaklarına eklemlenerek, birer “dinsel” ticaret holdingleri derekesine düşmeleri ve çoğunluğunun Hizmet”kar” şebekeye özenerek, onları taklit eden faaliyetlerde bulunmaları ve sözüm ona kendilerince, yeni “paralelcikler” oluşturacak bir duruma sürüklenmeleri,

-Dün iktidar, çıkar, makam, para ve güç kendi ellerinde olmadığı için iktidar ve devleti yerden yere vuran İslamcı aydın, gazetece, yazar ve akademisyenlerin çoğunluğunun, bugün “saray alimi”, “saray dalkavuğu” ve “organik aydın” olarak “çanak(çı) aydın” derekesine düşmeleri,

-Özellikle iktidar döneminde kurulan üniversitelerin çoğunluğunun, ilim ve araştırmada derinleşmek ve eleştiriden yoksun bir biçimde iktidar ve muktedirlerin “arka bahçesi” haline gelmesi, hatta neredeyse daha önce seküler Kemalist üniversite rektörleri ve öğretim üyelerinin rejimi ve laikliği koruma adına “tetikçilik” yapmalarına benzer şekilde, muhafaza”kar”ların hakim olduğu üniversitelerde, iktidarın yanlışlık, baskı ve kötülüklerine yönelik eleştiriye yer verilmediği gibi aksine, devlet, iktidar ve rejimi aşırı onaylayan uygulamalar içine girilmesi, şiddete bulaşmadığı halde, içeriğine katılmasam da, söz ve ifade özgürlüğü kapsamına giren “barış için akademisyenler bildirisi”ne imza atanlara karşı linç kampanyası, tehdit, soruşturma, kovuşturmalar yapılmasını onaylayan, hatta bunların vatandaşlıktan bile çıkarılması gerektiğini vurgulayan bir halet-i ruhiyenin muhafaza”kar” İslamcı siyasetçi, bürokrat, grup, camia, aydın ve hatta akademisyendeki varlığının trajik hali, sanki kendileri geçmişte, 28 Şubat dönemlerinde yaşamamışlar gibi seküler Kemalistleri kıskandıracak bir hale gelmesi,

-“Dava“ diyerek insanları "yol"dan çıkaran dünün “mücahitleri”nin, bugün çıkar, güç, ganimet adına Osmanlı’da “prebendal” (arpalık) ödüllerle doymak bilmeyen “arpalıkçıları” ve Cumhuriyet Türkiye’sinin iş takipçisi “aferistleri” ve komprador burjuva kalıntıları gibi rantçı, ihaleci, vurguncu müteahhit haline gelmeleri,

-Muhafaza’kar” İslamcı birey, grup, camia, dernek, vakıf ya da tarikatların çoğunluğunun, Kürt sorununda yaş kuru demeden, seküler Kemalistlere özenircesine Kürtlere milliyetçi, devletçi ve Türkçü refleksle bakmaları, sloganik ve söylemsel olduğu artık netleşen ümmet tasavvurunun genelde çıkar, güç ve makamları korumak adına dillendirildiğinin açığa çıkması, özellikle çatışma sürecinde muhafaza”kar” İslamcı “ruh”un, bilinçaltındaki milliyetçi, lider kültçü, devletçi ve Türkçü tarihsel engramlarının ortaya çıkması,

-Dün Anıtkabir’e ve resmi ideoloji olan Kemalizm’in kutsadığı törenlere gitmedi diye seküler Kemalistler tarafından eleştirilen hatta yerden yere vurulan Müslüman siyasetçi ve liderlerin öğrencileri, çocukları ve torunları olan bugünkü muhafaza”kar” İslamcı saray ve iktidara "çanak" medyanın, 23 Nisan 2016 örneğinde olduğu gibi,  "ATA’nın Huzuruna Çıkmadı" ve “TBMM ve Anıtkabir'deki Törende HDP Yoktu" manşetleri atarak, Kemalist devletin “manevi ve dinsel" versiyonu olduğunu ispatlamaları,

-Dün, seküler Kemalizm’in Atatürk’ü göklere çıkartan, ulu ve yüce önder diye niteleyen “tek adamlığa” dayanan otoriteryenizmini eleştiren ve yerden yere vuran muhafaza”kar” İslamcılar, bugün, Erdoğan’ı neredeyse zıllullah-ı fi’l arz/alem, halife-i ruyi zemin ya da hükümdar mertebesine çıkartarak, eleştirdikleri “tek adamlığa” dayanan otoriteryenizmin aynısını kendilerine meşru görmeleri, başka bir deyişle, tersten “tek adam”a dayanan sistemi onaylayarak, aslında “kural”ların değil, “kral”ların hakim olduğu bir sistemi, “tek adam” kendilerinden olunca tasvip etmeleri, böylece ne kadar Kemalistlere benzediklerini izhar etmeleri,  bunun aynen Kemalistlerin Mustafa Kemal Atatürk’e verdikleri zararda olduğu gibi bizzat Erdoğan’ın liderliğine zarar verdiğini ve verebileceğini görmemeleri,

-Sonradan görme muhafaza”kar” İslamcı siyasetçi, bürokrat ve devlet adamının Kemalist “beden”e sahip devlet tankını hepten güçlendirecek şekilde aşırı protokolizm, makam ve araç konforu ve fetişizmine esir düşerek, Kemalist devlet “beden”inde “ruh”larını eritmeleri ve buna ilişkin muhafaza”kar” İslamcı kesimden dikkate değer toplu bir tepki gelmediği gibi bu derekenin savunulur hale gelmesi, 

-Devletin tanrısının “madde”sini iyice güçlendirecek şekilde, Kemalist “beden”in bile köşkle yetindiği yönetim merkezlerinin, “saray” ve “duvarlar” ile geçilmez hale getirilmesi karşısında ahlaklı bir duruş sergileneceğine, en azından eleştirel bir tavır takınılacağına, “güç” ve “prestij” adına, İslam tarihsel geleneğinde Muaviye ile başlatılan “saray” geleneğinin, ümmetin yeniden ihya ve inşası adına çarpık bir biçimde savunulur hale gelinmesi,   

-İktidara kendi kökleri ve içlerinden geldi diye Ak Parti’nin açtığı alanlarda, çoğunluğunun hak etmediği şekilde “köşe”lere yerleşen, fütursuzca hareket eden, mal bulmuş mağribi gibi birbirinin ayağına basarak makam, mevki, çıkar ve para kazanma derdinde olan, liderin ve iktidarın kimi dil, söylem ve uygulamalarını eleştirenleri şiddetle yeren ya da Ak Parti’ye oy ve destek vermeyenleri ötekileştiren, düşman, öteki, ülkenin ve bir söylem ve slogan düzeyinde değer verdikleri sözüm ona ümmetin düşmanı ve hain gören ya da en basitinden düşmanın ekmeğine yağ sürüyor diye değerlendiren, bu yönleri ile kendilerine yönelen eleştiri ya da muhalefeti “rejim  ve laiklik elden gidiyor” diye baskı ve zorla etkisizleştiren seküler Kemalistlere benzeyen, aslında lider ya da iktidar umrunda olmayıp, lider ve iktidar gittiğinde “çıkar”larına halel geleceği endişesi ile aşırı devletçi ve meta-lider fetişizmi içinde bir duygulanış ve tavır içinde hareket eden muhafaza”kar” İslamcı “ruh”a sahip Müslüman çoğunluğun, dünkü “masumiyetlerinin aslında mahrumiyetlerinden kaynaklandığı”, dünkü iktidar ve devlet karşıtlıklarının, o günkü devlet ve iktidarın kendi “çıkar”larına “hizmet” etmediğinden kaynaklandığı artık aşikar hale gelmiş bulunmaktadır.

-Bu süreçte, iktidar kendi kökleri ve içlerinde çıktı ve devletin her kademesine hakimiz ve liderimiz artık “devlet”in sahibi oldu zannı ve büyük yanılgısı ile hareket eden muhafaza”kar” İslamcı tabanın milliyetçi bilinçaltı ve refleksle ne kadar neo-Osmanlıcı kutsal devlet geleneğini içselleştirdiği, devleti ve rejimi koruma noktasında seküler Kemalistlere parmak ısırtacak bir dereceye yükseldikleri, geçmişte seküler Kemalistlerin, muhalifleri için kullandığı, “ya sev ya terket” sloganının, “ya bu devleti seveceksin ya da terk edeceksin” cümleleri ile şimdi kendi muarızlarına karşı bir tehdit olarak kullanmaları,

-Dün, “devlet laik olur, birey olmaz”, ve “devletin dini olmaz” türünden tartışmalar ekseninde, dini kalplere ve özel alana hapseden Kemalist baskıcı laikliğin zılgıtını yedikleri için, hangi türden olursa olsun laikliğin her türüne karşı olan ve laikliğin anayasadan çıkarılması gerektiğini her fırsatta yineleyen muhafaza”kar” İslamcı siyasetçi, aydın, grup, camia ve tabanın, bugün, geçmişte “laiklik, din düşmanlığı değildir, binaenaleyh din ve vicdan özgürlüğüdür” diyen seküler sağcı ve solcu Kemalistlerine vurgusuna benzer şekilde, laikliğin anayasa ve yasalarda vazgeçilmez olduğunu dile getirecek kadar, Protestan etik ve seküler laisite coşkusu içinde bir düşünüş ve davranış tarzını içselleştirmeleri ve savunmaları,

-Sol ya da sağ seküler Kemalistlerin resmi ideolojiye zarar vermeyecek şekilde devlet baskısı, güdümü ve denetiminde bir din anlayışına sahip olduklarına benzer şekilde, muhafaza”kar” İslamcıların da, iktidarın güdümü, çizgisi ve denetiminde bir din anlayışını, hem Diyaneti hem Müslüman cemaat, tarikat, camia ve STK’ları kullanarak topluma yedirmeye çalışmaları, alternatif, eleştirel ve akılcı din anlayışını bastırmaya gayret etmeleri,

-Devlet tanrısının “beden”ini güçlendirecek şekilde, seküler Kemalistlerin resmi törenler ve “andımız”la tepeden inme (jakoben) “çağdaş nesil” yetiştirmek arzu ve uygulamalarına benzer şekilde, muhafaza”kar” İslamcı siyaset de, felsefe, akıl ve sorgulamayı ıskalayan lafzi/zahiri kuru bilgiye dayanan “amentü” kanalı ile kutsal ve yüce devlete ram olacak tepeden inme ya da iktidara eklemli cemaat ve STK’lar eliyle “dindar nesil” yetiştirme gayretine düşmeleri, bu konuda mahiyette seküler Kemalistlerle uyuşmaları,

-Birey ve toplumda ahlak, değer ve ilkelerin hakim olması, sadece kendine değil kendi “öteki”ne de adaletli davranma erdeminin gösterilmesi, zalim kim olursa olsun ona karşı ve mazlum kim olursa onun yanında olunması ve iş ve emek pazarında hakkaniyetin temin edilmesi, işçi ve emek hak ve sağlığını koruyucu tedbirler alınması, mütevaziliğin hakim olması, kibrin hakimiyetinin kırılması, yolsuzluğa geçit verilmemesi gibi konularda muhafaza”kar” İslamcı siyasetin, seküler Kemalist devlet “beden”ini önceleyen sınıfta kalma acziyeti yaşaması, hatta kibir, şatafat, lüks, konfor, yolsuzluk, ganimet kültürü vb konularda sağ ya da solcu seküler Kemalistlerin kirliliklerini geçecek noktaya gelinmesi, 

Muhafaza”kar” İslamcı “ruh”un, seküler Kemalist “beden”i tahkim eden dil, söylem, uygulama, düşünüş ve davranış tarzına sürüklendikleri ve devlet tankını güçlendiren bir kutsal “form” işlevi gördüklerini ayan beyan eden pek çok somut veriyi burada daha fazla zikretmeye gerek yoktur sanırım.

Dolayısıyla, devletin tanrısı ve rejimin “madde”sinin taşıyıcısı olan Kemalist “beden”cilerin, ulusalcıların, Ergenekoncuların, artık rejim elden gidiyor, laiklik elden gidiyor, devlet elden gidiyor, vatan bölünüyor diye feryat figan etmelerine ve endişe etmelerine gerek yoktur. Çünkü, rejim ve devlet için sözüm ona en tehlikeli görülen İslamcı kesimlerin çoğunluğu, zor, darbe ve baskı üzerinden değil, kendi içlerinden çıkmış ve İslamcı köklerden gelen Ak Parti iktidarı ve özellikle Erdoğan’ın toplumun yarısında makes bulan güçlü liderliği sayesinde, Kemalist “beden”e muhafaza”kar” İslamcı “ruh” üflemişler, devlet ve rejimle el sıkışmanın ötesinde, devleti, resmi ideolojiyi ve rejimi daha güçlendirecek ve otoriterleştirecek milliyetçi ve muhafaza”kar” bir “ruh”la hareket eder hale gelmişlerdir.  

Devletin tanrısının taşıyıcısı olan seküler Kemalist “beden”in, zor, darbe ve baskı yolları ile muhafaza”kar” İslamcı kesimlere yukarıda sayılanları kabul ettirmesi ve dindarların tüm bunları içselleştirmesi mümkün değildi. Günümüzde hegemonya stratejisi, kendisine muhalif ve karşıt grup ve kesimleri “rıza” ve “gönüllülük” üzerinden kendisine eklemlemekte ve eklemlenen pratikler üzerinden gizil tahakkümünü kurmakta epey mahir hale gelmiştir.  

1980’lerden beri “güçlenmek”, “iktidarı ele geçirmek”, “zenginleşmek”, “modernleşmek”, “para”ya hakim olmak, “makam/mevki” elde etmek isteyen ve her geçen yıl çarpık kapitalist liberalizmle zehirlenen Müslümanların çoğunluğu, 1997 post-modern darbesine tepki gösteren aynı toplum kesimlerinin bu arzu ve özlemlerine hitap eden ve onlara istediğini veren Ak Parti’ye “oy”nayarak, süreç içinde inançlarını yaşamak, ibadetlerini yerine getirmek ve aslında rejim için tehlikeli olmayan kılık kıyafet konusunda bir rahatlık kazanmışlarsa da, tüm bunların maliyeti ve bedeli çok ağır olmuş ve devletçi Kemalist “beden”, muhafaza”kar” İslamcı “ruh” ile kendini yeniden üretmiş ve tazelemiştir. Bu süreçte, “kalkınma”nın yarattığı refah ile “ahlak, adalet ve hakkaniyet” satın alınır hale gelmiş, Müslüman kesimlerin devletçi ve milliyetçi bilinçaltı ve refleksleriyle devlet tanrısının “madde”si kendini muhafaza”kar” İslamcı “form” ile öncekinden daha güçlü hale getirmiştir. 

Seküler Kemalist “beden”le mahiyette özdeşleşen muhafaza”kar” İslamcı “ruh”a sahip olanlar, özellikle kendi içlerinden ve köklerinden gelen güçlü Erdoğan liderliği imgesine yükledikleri fetiş derecesindeki anlamlarla kendilerini devletin “madde”sinde eritmekte, “Akkurt”çu milliyetçilik gazı ile artık devletin kendilerinin olduğu zannı ve yanılgısı ile hareket eder hale gelmiştir. Ancak, yukarıda da vurguladığımız gibi devlet tanrısının “madde”si ve Kemalist “beden”in, kendini yeni şartlarda yeniden üretmek ve urlanan/kirlenen bağırsaklarını temizlemek noktasında ciddi ve derin tarihsel siyasi akıl ve birikime sahip olduğu düşünüldüğünde, muhafaza”kar”lar tarafından kimisi çıkar kimisi farklı saiklerle neredeyse “tapar” derecede sevilen muhafaza”kar” İslamcı güçlü ve karizmatik Erdoğan imgesi üzerinden devlet, bir taraftan İslamcı mahalleyi sisteme entegre etmeyi başarmakta, diğer taraftan toplumun çoğunluğu tarafından destek verilen Erdoğan eliyle, daha önce kullandığı ancak zamanla urlanan ve kirlenen bağırsaklarını da temizletmektedir. Başka bir deyişle, devletin derin ve tarihsel siyasi aklıyla, güçlü ilaçla sağılan ve sağlamlaştırılan güçlü “beden”ler yaratıldığı gibi her ilacın bir kullanım ömrü olduğu da bir gerçektir. Tasfiye memurlarının daima tasfiyeye maruz kaldığı ve efendiye ait evin efendiye ait araçlarla yıkılamayacağı gerçeği hatırlandığında, belirli “lider”, “ruh” ve “form”lar üzerinden yapılması gerekenler kıvama erdiğinde, derin devlet aklı içerden ve dışardan yeni “ruh”, “kan” ve “tasfiye memurları” ile bugünün Kemalist devlet “beden”ine taze “ruh” olanları da etkisiz hale getirecektir. Son aylarda özellikle çatışma süreci ile daha aşikar göründüğü gibi güvenlik bürokrasisi arkadan ipleri eline almış ve görünürdeki sivil iktidar iradesini istediği gibi yönlendirdiği göz önüne alındığında, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.  

Sonuç olarak, sıkıntıları olsa da, geçmişten bugüne gelen ciddi birikim ve muhalif “ruh”un, Kemalist devlet “bedeni”ni güçlendirmek adına, bu kadar hoyratça harcanmasına eyvah deyip, dizlere vurulacak zaman gelmeden aklı başına almak ve adaleti kuşanmak gerekir diye düşünüyorum.        

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Âdem Çaylak