Web Tasarım Ankara

 

 

Kutlu Doğum” Dindarlığına “Hizmet” (Milat, 17.04.2014)
 
Adem Çaylak
 
Kutlu Doğum” haftası, “hizmet”kar şebekenin 1989 yılındaki girişimi sonucu, Türkiye Diyanet Vakfı’nca (TDV) başlatılan ve sonradan Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı (TDİB) tarafından da desteklenerek, 1994 yılından itibaren Peygamberimizin doğum tarihinin Miladi takvime göre 20 Nisan olduğu kabul edilip, ilgili tarihin Miladi takvime göre sabitlenmesiyle Hazreti Muhammed’e ilişkin etkinliklerin yapıldığı haftanın adıdır. 1989’da TDV’nda Yayın Kurul üyesi olarak görev yapan Mümtaz’er Türköne’nin anlattıklarına bakılırsa, milliyetçi düşünceden gelen 6 kişilik yayın kurulunda, teklif Süleyman Hayri Bolay’dan gelmiş ve “Kutlu Doğum” ismini de rahmetli Ayvaz Gökdemir vermiştir. TDV Mütevelli Heyeti’nin bu projeyi kabulü ile çalışmalara başlanmıştır (Mümtaz’er Türköne, “Kutlu Doğum ve 28 Şubat”, Zaman, 19.04.2012). 1989’dan 1994’e kadar Hicri takvime göre Mevlit Kandili’nin ardı sıra kutlanan “Kutlu Doğum” haftası, 1994’ten itibaren Miladi takvime göre ve yıllara göre artarak devam eden bir tonda, ancak maalesef Allah’ın Peygamberi’nin bağlamından oldukça uzaklaşılarak, başta TDİB’nın “resmileştirilmiş dinsellik” formunda olmak üzere neredeyse tüm cemaatler tarafından farklı etkinliklerle kutlanmaktadır.
 
Peygamberimizin doğumu konusunda bugüne kadar en ayrıntılı çalışmaya imza atan rahmetli Muhammed Hamidullah hocanın hesaplamalarına göre Peygamberimizin, 12 Rebiulevvel, yani 17 Haziran 569’da doğduğu kabul edilirse, Nisan ayı ile sabitlemenin de yanlışlığı ortaya çıkacaktır (bkz., Muhammed Hamidullah, “The Nasi’, The Hijrah Calendar and The Need of Preparing A New Concordance For The Hijrah and Gregorian Eras”, The Islamic Review and Arap Affairs, February 1969, 57th Year Publication, London, England, pp. 9-10; http://aaiil.org/text/articles/islamicreview/1969/02feb/islamicreview_196902.pdf. Erimiş Tarihi, 16 Nisan 2014).
  
“Kutlu Doğum” haftası konusunda özellikle “hizmet”kar şebeke, Allah’ın rasulü ve nebisi olan Peygamberimizi sadece ve sadece “sevgi, şefkat ve gül peygamberi” (yanlış anlaşılmasın Hz. Muhammed elbette sevgi ve şefkat Peygamberidir, ancak sadece sevginin ve merhametin değil, aynı zamanda O, tevhide dayanan adaletin, zulme karşı hakça “duruş”un, hakkaniyete dayalı bölüşümün de Peygamberidir) üzerinden anmaya yönelik “Peygamberi duruş”u ıskalamaya ve Hz. Muhammed’i adeta Pavlusçu İsa figüründe sunmaya matuf etkinliklere imza atmıştır ve atmaya devam etmektedir (“Hizmet”kar şebekenin “seküler ruhani” lideri F. Gülen, Peygamber’in “Kutlu Doğum”unun, aynen Hıristiyanların İsa’ya ilişkin kendinden geçen kutlamalarına benzer, hatta ondan daha şümullü bir çerçevede kutlanması gerektiğini teklif ettiği bir yazısında, adeta Hz. Muhammed’i, Pavlusçu Hıristiyanlığın İsa’yı Tanrısallaştırmasına benzer bir biçimde sunmaktadır. İlgili yazıyı dikkatle okumanızı öneririm. Fethullah Gülen, “Kutlu Doğum”, Sızıntı, 1 Ekim 1991, Cilt, 13, Sayı, 153; http://tr.fgulen.com/content/view/10415/3/. Erişim tarihi, 16.04.2014). Biçim ve içerik yönünden bu türden etkinlikleri diğer bazı İslami cemaatlerin de sorgulamaksızın hepten benimsemesi (tabi hemen hemen her konuda olduğu gibi geçmişte “şebeke”yi takibe almışlardı) ve Ak Parti iktidarı ile birlikte adeta “devletleştirilen” “kutlu doğum”lara sirayet etmesi, siz ne derseniz deyin, o günlerden bu yana bu türden “Kutlu Doğum” etkinliklerine, ne yazık ki, bir türlü içim ısınmadı ve hep mesafeli durdum ve böyle giderse “Kur’an’daki Peygamber” ve Sünnet’teki “Peygamberi duruş” gereğince durmaya da devam edeceğim.
  
Benim Kur’an’dan okuduğum, Sünnet’ten bildiğim, “bir eline Ay’ı diğer eline Güneş’i verseler davasından vazgeçmeyen”, “şirke, zulme ve sömürü düzenine hakça savaş açan”, “hangi konum ve konjonktürde olsa da asla ve kat’a sözünde ve hareketinde eğrilik olmayan”, “Her daim dili, düşüncesi, tavrı ve mücadelesi ile cihattan (tefekkür ve irfani cehd ile şirke, zulme ve sömürü düzenine karşı cehdin her ikisi de) geri durmayan”, “kamusal alanda ve pazarda toplumsal adaleti ve hakça paylaşımı el üstünde tutan”, “tevhide dayalı hak ve adalet, hakkaniyete dayalı paylaşım hakim olsun diye şirk dini, zulüm ve sömürü düzenine karşı hakça savaş yapan”, “bir önder, bir komutan ve adil bir yönetici olan” bir Resul, Nebi ve insan Hz. Muhammed ile (hayırlı) bid’at olduğu zaten başlatıcıları tarafından ifade edilen, “uyduruk” “Kutlu Doğum” etkinliklerinin bir çoğunda Pavlusçu Hıristiyanlık’taki İsa imgesine benzer bir biçimde sadece ve sadece, “sevgi, merhamet, gül, şefkat, iyilik gibi” içsel imlemelerle eksik, tek boyutlu ve bilerek yapılmasa da zaman zaman “Tanrısallaştırılmış” bir fetişle insanların kendinden geçirildiği bir Hz. Muhammed imgesi arasında dağlar kadar fark olduğu kanaatindeyim. Peygambere inanan hiç kimsenin Hz. Muhammed sevgisini kendimle yarıştıramadığım gibi, hiç kimse de benim Hz. Muhammed sevgimi sorgulamaya kalkmasın lütfen. Zaten mesele de bu değil. Beni birileri ile karıştırmayın lütfen. Peygambersiz ve Sünnet’siz bir din olmayacağının elbette bilincindeyim.
 
Tekraren söylüyorum ki, elbette Peygamberimiz, ahlak, sevgi, merhamet, iyilik, erdem abidesiydi ve bütün bunlar kendisine Allah’ın birer lütfüydü. Bütün bunlar da bir sorun varmış gibi birilerine ispat edercesine ya da yaranırcasına ya da bize olumsuz bakmasınlar dercesine Peygamberi sadece bir “sevgi ve gül Peygamberi” olarak sunmak, kusura bakmayın ama Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı kendilerini “şirin” gösteren, “iyilik meleği” oldukları ikrar eden, “cihad amacımız değil, tek amacımız sevgi(li) olalım” diyen “hizmet”kar şebekenin tuzağına düşmenin ve tavizsiz “duruş” sahibi Hz. Muhammed’i bu türden “ılımlılaştırma” söylemlerine alet etmenin ta kendisidir. Benim karşı olduğum, çok boyutlu ve çok katmanlı bir Allah’ın elçisine, insan, Resul ve Nebi bağlamlarının dışında ve ötesinde anlam yüklenerek, bizden ve gerçek hayatlarımızdan kopartılmasınadır.
      
Bir kere, doğum kutlamanın İslam’da yeri yoktur ve Pavlusçu Hıristiyanlıktaki İsa’nın doğumu ile bağlantılı bir geleneğe dönüşme tehlikesi vardır. Ayrıca, “holy”den mülhem, “mübarek” yerine “kutlu” kavramının kullanılması sorunludur. “O(nu), heva ve hevesine göre değil, kendisine vahy edilenden başkasını söylemeyen” (Necm, 3-4) ve vahye göre hareket eden bir insan, bir Resul ve bir Nebi olarak İslam’ı tebliğ ve yaşama konumundan uzaklaştırmaya “hizmet” etme tehlikesini içinde barındıran bu türden kutlamalar, Allah ve Kur’an merkezli İslam anlayışında Peygamberi merkezileştirerek ve yüceleştirerek “yortu”ları olmayan İslam’ı Protestanlaştırabilir. Aynı şekilde Protestan İslam yaratmaya matuf bu türden kutlamalar, “çam” yerine “gül”ü koyan, şatafatlı gösterilerle, ilgili hafta(lar)da insanların birbirine hediyeler almasını, mesaj çekmesini özendirerek neo-liberal ve kapitalist sisteme hepten yem olmayı beraberinde getiren, aslında israfa karşı tasarrufu emreden bir din olan İslam’la zıt uygulamalardır. 2012’de “Kutlu Doğum” haftası için önerilen logo içinde kullanılan “zambak ve süsen” (fleur-de-lis) çiçeğinin, Hıristiyanlık’ta sık kullanılan motifler olması da, “kutlamalar”ın, subliminal mesajlara açık olması açısından manidar ve “kutlamaları” bağlamından çıkarmaya matuftur. “Kutlu Doğum” haftaları ile “seküler ilahiyat” gösterilerine dönüşme tehlikesini içinde barındıran bu türden etkinlikler, manevi içerikli tüketim çılgınlığını kamçılama tehlikesi de içermektedir. Pavlusçu Hıristiyanlığın seküler versiyonu haline dönüşen modernite ile eklemli bir İslam anlayışından uzaklaşmanın, toplumsal pratik ve dilsel söylemle kapitalizme eklemlenmemenin yolu, israfı yadsıyan, tasarrufu özendiren kanaat ve şahsiyet sahibi bir Hz. Muhammed portresine ihtiyaç vardır. Yine, günümüzde yaygın “şirk dini”ne karşı tevhide dayalı adalet Peygamberini öne çıkarmak gereklidir. Kurulu düzendeki sömürü ilişkileri biçimine yine hakkaniyetli paylaşım ve bölüşümü içselleştirmiş ve yaşamış bir Peygamberi “rol model” alarak karşı durmak mümkündür. Yine, dünyada kapitalizmin güçlenmesini temin eden siyasal sistemlere ve zulme seyirci kalanlara, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diyen bir Muhammedi “duruş”la cevap verilecektir.
 
Peygamberimiz, ufunetli ve ağlamaklı “Kutlu Doğum”larla değil, “direniş “ ve “diriliş” öyküsünü belleklere kazıtmakla hakiki bağlamına oturabilecektir. Bunun yolu da, dört halifeden sonraki pek çok kurulu düzenlerin ve iktidarların işine geldiği için birileri tarafından “hadis” adı altında uydurulan “hurafelerden” temizlenmiş, Kur’an ve Sünnet’te zikredilen Hz. Muhammed’i geçirmekle ve devlet alanı, kamusal alan, pazar ya da üniversite demeden O’nu anlamaktan ve yaşamaktan geçmektedir. Medeniyetin ihyası, Peygamberi bir “duruş”la, “dine karşı din” hareketleri ile ilmi ve fikri düzeyde cehdi gerçekleştirmekle imkan dahiline girebilecektir.              
  
Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Âdem Çaylak