Web Tasarım Ankara

"KUTSAL ÇOBAN" ÜZERİNDEN SÖMÜRGELEŞEN MUHAFAZA”KAR”LIK

Adem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

12.05.2016

Ortadoğu toplumlarını en iyi açıklayan araçlardan birisi de “çoban-sürü” metaforudur. Mezopotomya ve Ortadoğu coğrafyasında eski Babil Kralı Hammurabi’den bu yana başta bulunan yöneticiler “çoban”, yönetilenler ise “sürü” olarak tasavvur edilmiştir. Bu düşünüş biçimini besleyen mekanizmalardan birisi de, politeist tanrı anlayışının hiyerarşik bir biçimde yeryüzündeki toplumların yönetim düzenine yansımasıdır. Mezopotamya ve Ortadoğu bölgesinde kurulan site-devletleri ile imparatorluklarda, Eski Mısır’da, Eski İran’da, Hint’te hükümran olanlar, tanrı(lar)nın yeryüzündeki iradesinin tecellisi ve bedenlenmiş hali olarak görülmüş ve kavimler Tanrı-kral anlayışı çerçevesinde yönetilmişlerdir. Bu kavimlere gönderilen peygamberlerin tevhid mücadesinin özünde, Tanrı-kral ya da kutsal-krallıktan kaynaklanan sömürü mekanizmasını ortadan kaldırmak vardı. Başka bir deyişle, şirke ve sömürüye dayanan kutsal-kral ya da Tanrı-krallıkların karşısında, tevhide, adalete ve hakkaniyetli paylaşıma dayalı peygamberler geleneği yer almıştır.

Aynı politeist tanrı anlayışından beslenen Eski Yunan’dan geçerek İbrahimi gelenekten gelen Museviliğin bastırılıp Roma İmparatorluğu’nda sürgün hayatına mahkum edilmesiyle başlayan süreçte, gerek Yahudiliğin belirli kollarının işbirliği ve gerekse Roma İmparatorluğu’nun baskısı ile İsevi Hıristiyanlığın büyük zulümler görmesinden sonra, zaman içinde Roma’da resmi din haline gelen Pavlusçu Hıristiyanlık, Saint Augustinus (İS 354-430) ile birlikte Roma merkezli “Tanrı’nın Devleti/Şehri”ne dönüşmüştür. Batı Roma’nın çöküş sürecinde, ruhani güçlerin dünyevi güçler üzerindeki baskısından azade kalmak adına, eski Tanrı-kral metaforunu çağrıştıracak bir dönüşüm geçirerek, Doğu Roma’da (Bizans’ta), “kralların (sezarların) kutsal yönetme hakları” anlayışından mülhem bir varoluşsalık kazanan kutsal-kral anlayışı, ne yazık ki, Bizans sınırı Şam’da 27 yıl valilik (634-661) ve 18 yıl halifelik (662-680) yapmış Muaviye (602-680) ve sonrasında, icbar ya da cebir ideolojisinin de (Muaviye’nin, ümmetin başına halife olmasını Allah’ın bir takdiri ve lütfu olarak sunması ve yaptığı zulümleri ise kendisinin değil Allah’ın icbar ettiğini vurgulayarak Allah’a havale etmesi zihniyeti) etkisiyle, İslam yönetim mantığı, saltanatı ve melikliği kutsallaştıran Halifetullah’a (Allah’ın halifesi) terkip etmiştir.

İbrahimi peygamberler geleneği ve son temsilcisi İslam Peygamberi Hz. Muhammed ve ondan sonra gelen dört Emir-il Müminin (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) hiç birisi, bir ölçüde iç karışıklık döneminde Halife Osman’ın, kendisini halifelikten çıkar diyenlere karşı, “Allah’ın bana giydirdiği hiçbir giysiyi çıkarmayacağım. Bu halifeliği bana Allah Teala bağışladı. Yine Allah’tan başka hiç kimse onu benden alamaz” (Tarih-i Taberi, Cilt III, 531-567) sözü dışında, kendilerini kutsallaştırmamış ve kutsallıklarını izhar ettirecek bir şekilde kendileri için halifetullah kavramını kullanmamıştır.

Hal böyle iken İslam’da, kutsal-meliklik/saltanat rejimi ve saray geleneğini başlatan Muaviye sonrasında Emevi, Abbasi ve Memlüklü halifelerinin çoğunluğu, ümmet nezdinde iktidarlarına kutsallık içeren meşruiyet kazandırmak ve yaptıkları yanlışlık ya da zulümlere karşı tepki ve direnişi kırmak amacıyla, kendilerini halifetullah ya da zıllullahi fi’l alem/arz (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olarak sunmuşlardır. “İmamet”i “iman”ın olmazsa olmaz bir şartı olarak gören ve “imam”lara kutsiyet atfeden sorunlu imamiye Şia’sı ve İsmaili Fatimi’lerden geri kalmayan ve halifelere kutsiyet atfedilmesine sebebiyet veren Sünni İslam siyaset anlayışı da, geçmişte olduğu gibi halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle birlikte aynı sorunlu yönünü devam ettirmiştir. Zaman zaman siyasi sebeplerle halifetullah terkibi tekrar edilegelmiş ve İslam toplumlarında muhalefet kültürünün, hegemonya yaratan kutsal-halife söylemleriyle bastırılmasına ve cılız kalmasına hizmet etmiştir.

Buna bir de, eski kadim Mezopotamya ve Ortadoğu toplumlarında, yöneticiyi “çoban”a, yönetileni “sürü”ye benzeten, farklı bağlamda kullanılsa da, aslında toplumda zulme ve keyfiyete karşı, adalete dayanan muhalefet ve duruşu bastırmaya hizmet eden, “Hepiniz bir ‘çoban’sınız ve ‘sürü”nüzden mesülsünüz” hadis olup olmadığı tartışmalı söz üzerinden yapılan analizler eklendiğinde, İslam toplumlarında ve bu arada Türkiye’de, neden “kural”ların değil de, lider kültlü “kral”ların hakim olduğu daha iyi idrak edilecektir. Başka bir deyişle, İslam toplumlarında ve bu arada Türkiye’de, neden kurumsallaşmaya, ilkelere, kurallara ve özellikle hukuk ve adalete dayalı rejimlerin kurulamayıp, genellikle kurtarıcı bir mesih ya da halife gibi görülen kutsal ya da seküler “çoban”lık ya da “tek adam”lığa dayanan lider kültlü “seküler” ya da “muhafazakar” rejimlerin kurulduğu ve toplumsallık kazandığı daha iyi anlaşılacaktır.

Böylesi bir tarihsel, dinsel ve sosyolojik arka planın etkisi ve Fransız pozitivist sosyoloji eksenli, tepeden inmeci Jakoben geleneğin yardımı ile toplumda bir “kurtarıcı” “seküler ilahiyat” yaratan Kemalizm de, “tek adam”lığa dayanan bir ilkeler bütünü yaratarak, “çağdaş nesil” yaratma ameliyesini lider kültüne dayanan ilkeler üzerinden gerçekleştirmek istemiştir. Kemalizm, Batı tipi modernleşme perspektifi ile bunu “zor” ve “baskı” üzerinden kısmen başarmışsa da, kendisine, yüzyılların yoğurduğu tarihsel İslami gelenekten gelen toplum kesimlerinin hepsini içine alacak bir genişlik yaratamamıştır.

Bu çapta bir genişliği, Müslüman toplumun içinden çıkmış ve onların yüzyıldır özlemlerini giderecekleri bir liderin gerçekleştireceğine olan inanç ve tarihsel İslam’ın “halifetullah” söylemi ve özlemi ile yanıp tutuşan bir toplumsal tahayyül dünyası yaratabilirdi. Ak Parti’nin devletleşmesi ile birlikte, muhafaza”kar” toplum kesimleri nezdinde, Erdoğan’ın, adeta “kutsal tek adamlık” mertebesine çıkartılmasının sebeplerinden birisi de, tarihsel ezilmenin yarattığı acı ve özlem olduğu kadar, tarihsel İslam siyaset zihniyetinin yöneten-yönetilen ilişkilerine dair “halifetullah” söylemi ve “çoban” ve “sürü” metaforunun dinsel bir nitelikte ete kemiğe bürünmesidir. Bizzat Erdoğan’ın üstlendiği liderliğe yazık edercesine, Erdoğan’ın kutsallaştırılması ya da bizim tabirimizle “iktidarın itikatlaştırılması” anlamına gelen bu türden sözleri burada aktarmayı düşünmüyorum ancak böylesi bir halet-i ruhiye, kutsal “tek adam”lık travması yaratarak, muhafazakar kitleyi tahkim etmeye ve iktisadi ve siyasi sömürü mekanizmalarını kutsallık perdesi altında gizlemeye sebebiyet vermektedir. Erdoğan’ı Allah’ın görevlendirdiğine, Allah’ın tüm sıfatlarının onun üzerinde olduğuna, onun adeta ikinci peygamber olduğu sözünü dile getirenlere, ona dokunmanın bile ibadet olduğunu söyleyenlere, bizzat Erdoğan’ın tepki göstermesi ve bu türden kutsal-lider yaratmaya hizmet edecek sözlere karşı bir duruş sergilemesi beklenirdi.

Seküler Kemalizm’in, lider kültüne dayansa da, dindar toplum kesimleri tarafından bir türlü içselleştiril(e)meyen belirli ölçüde ilkelere dayalı “tek adam”lığı ile yarışacak denli, muhafaza”kar” toplumdan “rıza” devşiren  kutsallıkla örüntülü zihniyet dünyası, aslına bakılırsa, tarihsel dindeki “çoban”lık üzerinden çağdaş patronaj ilişkilerine dayalı “kar”la mündemiç bir muhafaza”kar” sömürü mantığını devreye sokmuşa benzemektedir.

Aslına bakılırsa Türkiye’de tarihsel derinlikten gelen devlet ve siyaset aklı, seküler “çobanlığa/tek adam”lığa dayalı Kemalizm’in “zor” ve “baskı”ya dayalı “bedeni” ile tam olarak başaramadığını, kutsal “çobanlığa/tek adam”lığa dayalı Erdoğanizm’in muhafaza”kar” toplumdan “rıza” devşiren “ruhu” ile başarmaya kalkışmaktadır. Başka bir deyişle, Doğu Perinçek’in, “Tayyip Erdoğanlar bizim mevzimize geldi. Biz kendi mevzimizde duruyoruz. Onların gelmesinden sevinç duyuyoruz” (Haber Türk Tv, Teke Tek Programı, 12.01.2016) sözünden mülhem, küresel kapitalist sistemin güç odakları ve onunla bağlaşıklı çalışan ve belirli siyasi ve iktisadi patronaj ilişkileri geliştiren devlet içi ve dışı belirli aktörler, “seküler” ya da “kutsal” tek adamlıklar ya da lider kültleri üzerinden Türkiye’yi sömürgeleşen bir muhafaza”kar” tarlaya dönüştürmektedir. Özal döneminden beri zenginleşmek, modernleşmek ve güçlenmek isteyen ve bunu belirli “kabilevi”, siyasi ve iktisadi patronaj ilişkileri üzerinden gerçekleştirmek isteyen ve daha çok “güç”, “kar” ve “para” hırsı ile yanıp tutuşan dindar muhafaza”kar” çoğunluğun zihniyeti ve yaşam alanı, kutsal “çoban”-“sürü” metaforu üzerinden küresel kapitalizme hizmet edecek ve onun adeta “ırgatı” olacak kentsel dönüşüm mekanlarına dönüştürülmektedir. Ancak ne var ki, kutsal “çoban/tek adam”ın, yüzyılın getirdiği özlemi giderecek olacağına ilişkin inanç, sömürgeleşen zihin ve yaşam alanlarını perdeleyecek denli işlevsellik kazanmıştır.

Bu türden işlevselliği ortadan kaldırmanın, kurallara bağlanmış başkanlık sistemi tartışması açılsa, hatta uygulamaya konsa bile kutsal “çoban”, “muhafaza”kar” “sürü” metaforundan azade kalmanın, “kral”ların değil, “kural”ların hakimiyetini sağlamanın, adalet, hakkaniyet ve ilkelere dayalı kurumsallaşma kültürünü hakim kılmanın yolu, bizzat Erdoğan’ın 2001’de söylediği, “Şahıslara ait parti anlayışı artık iflas etmiştir” sözünden mülhem bir toplumsal ve sivil tahayyül dünyası ile kültürünün şura ve müzakere anlayışından beslenerek, hukuk ve müeyyide ile kayıt altına alınmasıyla ete kemiğe bürünebilecektir.

Ayrıca son olarak şunu belirtmeliyim ki, İslami hassasiyete sahip olan toplum kesimleri, onlardan aldığı destekle hareket eden liderler ve kutsallıkla örüntülü lider kültlü yönetim zihniyetine teslim olanlar bilmeliler ki, Hayri Kırbaşoğlu hocanın ifadesiyle, İslam yönetim mantığında, “Güç, iktidar ve servet ne kadar paylaşılır ve dağıtılırsa rahmani/İslami , güç, iktidar ve servet “tek adam”da ya da “tek elde” toplanırsa o kadar şeytani/Firavuni olacaktır. Zira “şura” alelade bir danışma değil, sonuçları yöneticileri bağlayan tam ve doğrudan katılımcı bir karar mekanizması demektirhttps://www.facebook.com/mehmethayri.kirbasoglu?fref=ts, 11.05.2016). Aksi taktirde, bu gidiş ve mantalite ile kutsallıkla örüntülü, “çobanlık/tek adam”lık yaratan sistem, önce “tek adamlığı”, sonra “sürü” formatında her birimizi sağmaya devam edecektir. Bizden söylemesi…   

 

 

Yorumlar


Dinle Süslenmiş Tiranlık
Tarih: 12.05.2016 Yazar: mehmet
Kategori: Âdem Çaylak