Web Tasarım Ankara

“PANDİGİTON” YA DA “BANVİRÜSON” İKTİDARIN YENİ BAĞLAMI: VİRÜS (“MİKROP”) POLİTİKASINDAN “HİÇ”İN SİYASETİNE!

İNSANIN KENDİ HAPİSHANESİNDE SELF-GÖNÜLLÜ KÖLELİK

 

Adem Çaylak

ademcaylak@gmail.com

12 Nisan 2020

 

İster biyolojik saldırı biçiminde üretilmiş, ister güç ve para arzusu ve şehveti ile insanoğlunun tabiat, hayvanat ve nebatatın doğal dengesine müdahalesiyle oluşmuş, ister doğal süreçlerin sonucu meydana gelmiş olsun, “hedef” ve hiçbir “ayırım” gözetmeksizin herkesi vuran “komünist virüs” (Covid 19/Corona) salgını yüzünden insanlık, daha önceki salgınlardan farklı bir ölüm, tehdit ve korku ile yüzleşmektedir. Korona tehlikesi atlatılsa bile bundan sonraki süreçte, eğitimden endüstriye, din anlayış ve pratiğinden ticarete, kamu yönetimi ve siyasetten hukuka, yaşam tarzından eğlenceye, insan ilişkilerinden iktidar ilişkilerine, sosyolojiden savaşa, seks ve cinsellikten evliliğe, düğünden cenazeye kadar hayatın tüm alanlarında köklü bir dönüşüm yaşanacağı aşikardır.

 

Aslına bakılırsa bugün her bir dünya insanı, farkına varsın ya da varmasın, adına “dijital çağ” denilen yeni bir çağdan ziyade, insan türünün de evrim geçireceği, zaman ve mekan kavramlarının boyut değiştireceği bir “yaşam alanı”na geçişe tanıklık etmektedir. Yüzyıllardır çağ değişimleri yaşandı. Eski öldü, yeni doğdu. Her yeni doğum, eski olmaya namzet birer ölü idi. Eski çağ değişimlerinde “gelecek”, “geçmiş”ten, “yeni”, “eski”den filizleniyordu. Başka bir deyişle, biçimsel değişimlerden ziyade somut ve pratik yaşamın mahiyetinde dönüşüm yaşanmıyordu. Geçiş aşamasında tanıklık ettiğimiz bugünkü süreç, insan zekasının kavramakta acziyet içinde olduğu insan beden ve doğasının köklü, özsel ve esastan bir dönüşüme uğrayacağı, insan akletme, düşünme, idrak etme, tercih etme yeteneğinin yapı söküme uğrayacağı, insan ruhunun yerinden edileceği, yeni insan ve mekanik canlı türlerinin ortaya çıkacağı, zaman ve mekan tasavvurlarının alt üst olacağı bir keskin ayırımı işaretler görünmektedir.

 

Bu süreç, bir “oluş”a değil, bir “kopuş”a, bir “varoluşa” değil bir “hiç”liğe namzettir. “Yeni”nin “eski”nin bağrında yeşermeyeceği, “eski”nin tüm unsurları ile birlikte “ölüm” fermanının verileceği, insanın “yeni”nin ne olduğunun bilmekten ziyade, sadece bir makinenin dişlileri gibi eyleyeceği bir “yaşam alanı”na geçişin kaosuna benzemektedir. İnsanlık, somut ve pratik yaşamın ölmeye yüz tuttuğu ya da öleceği, her türden ilişkiyi bir sayı olarak okuyan algoritmanın “dijital yaşam alanı”nın verilerinden oluşan bir keskin kopuş ve hiçlikte var olacak bir mekanizmaya mı dönüşecek? Bu sorunun cevabı şimdiden bilinmese de insanoğlunun bugüne kadar kurduğu somut “medeniyet”in yer ile yaksan olacağı bir “avatar”laşmaya koşmakta olduğu kesin gibi görünmektedir. Bu kıyamet makinesi bir milat ve radikal başkalaşmaya yol açacaktır.

 

Başlıkta kullanılan “pandigiton” ya da “panvirüson” tabiri, Jeremy Bentham ve Michel Foucault’un “panoptikon iktidar” kavramsallaştırmasından mülhemdir. Panoptikon iktidar, “görünmeden gözetlemek ve denetim altına almak” ya da “her alanın gözetlendiği hissi ile denetim ve disiplin altına alınmak” anlamlarına gelmektedir. Bu kavram, sadece kamusal mekanları ya da bireyleri pratik ve somut gerçeklik içinde gözetlemek ve denetim altına almanın ötesinde, teknolojinin dijital aleminde tüm öznellik, mahremiyet, bilinç, beyin, hissiyat, beden ve hareketin içerden, dışardan ve kendi kendine gözetlenerek denetim, disiplin ve kontrol altına alındığını izhar etmektedir.

 

“Pandigiton iktidar”, sadece içerden ve dışardan gözetim, kontrol ve denetim mekanizmaları ile değil, aynı zamanda virüs, bakteri, vibrasyon, radyasyon gibi dışardan gelebilecek korku ve tehditlere karşı kendini “uzakta tutmak” ve “izole etmek” türünden Didier Bigo’nun “banoptikon” kavramsallaştırmasından mülhem “banvirüson” bir bağlamsallıkta da kendine meşruiyet kesbetmektedir.

 

Görünmeden gözetlemek ya da gözetleniyor hissi vererek kontrol altına almak anlamlarında “panoptikon iktidar”  kavramı, ilkin Jeremy Bentham’ın 1791’de hapishane, akıl hastaneleri ve çalışma kampları gibi kamusal mekanları gözetlemek ve kontrol etmek için tasarladığı panoptikon hapishane modeli ile Michel Foucault’un modern ve merkezi gücün bireyi ve tüm toplumu biyo-iktidar ilişkileri içinde görünmeden nasıl denetim altına aldığını ve gözetlediğini  Hapishane’nin Doğuşu’nda ayrıntılı bir şekilde çözümlediği ve felsefesine uyarladığı “panoptikon” kavramsallaştırmasında kullanılmıştır. Bentham’ın “panoptikon hapishanesi”nde dışarıya ve içeriye derinlemesine bakan hücrelerin oluşturduğu daire şeklinde bir binanın ortasına yerleştirilen ve geniş pencerelerle hücrelerin iç penceresine bakan bir kule vardır. Bu kule ile mahkumları görünmeden gözetlemek ya da mahkumlara kulede olan birileri tarafından her anlarının gözetlendiği hissini vererek onları kontrol altına almak amaçlanmıştır. Foucault’a göre panoptikon iktidar, insan davranışlarını sadece baskı altına alarak ya da yasaklayarak değil, “olumlama” ve “doğru gösterme” gibi stratejiler kullanarak ve sürekli izlendiği hissi uyandırarak da disipline edebilir.

 

Tarihsel süreç içinde, bir grup azınlığın çoğunluğu ve herkesi ya da tek kişi, makine ya da kurumun onun dışında kalanları kontrol etmek, denetim altına almak ve disipline etmek ya da karşılıklı gözetlenmek, izole etmek, uzakta tutmak amacıyla görünmeden gözetlemek, gözetlendiği hissini vererek denetim altına almak, yatay gözetlemek, bilgisayar veri tabanları ile gözetlemek, eşzamanlı aynı anda gözetle(n)mek, kitle iletişim araçları ve sosyal medya aracılığı ile herkesin herkesi gözetlediği ve kontrol ettiği karşılıklı denetle(n)mek anlamlarına gelebilecek çok sayıda gözetleme teori ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, klasik Benthamcı ve Foucaultcu “panoptikon iktidar” kavramını, internet teknolojisi ve kitle iletişim araçlarının gelişimi ile ortaya çıkan yeni bağlamsallığa uyarlayan David Lyon’un “Elektronik Panoptikon” (elektronik teknolojiler ile işlemleri sınırsız gözetleme), Mark Poster “Süperpanoptikon” (bilgi teknoloji ve veri tabanları üzerinden gözetleme), Thomas Mathiesen’in “Sinoptikon Toplum” (internet üzerinden eş zamanlı, aynı anda karşılıklı gözetle(n)me), Emanuel Pimenta’nın “Omnioptikon” (herkesin herkesi gözetlemesi ve kontrol etmesi), Didier Bigo’nun “Banoptikon” (toplumsal olarak sadece ‘içerde tutarak” gözetlemenin yanında “uzak tutarak ve “izolo ederek” denetlemek, Mark Anderejeviç’in “Yatay Gözetim” (çalışma hayatındaki çalışanlardan rıza üreterek denetlemek ve kontrol altına almak), Surveillance (devlet kurumlarının uydu teknolojileri ve kamusal kamera ile toplumu ve kamusal alanları gözetlemesi), Steve Mann’ın  “Sousveillance” (Surveillance’nın tersi olarak sıradan yurttaşların toplum adına devlette ve kamu görevlilerinde aksilik ve yanlışlıkları çekerek sosyal medya aracılığı ile paylaşarak gözetleme) gibi gözetleme, denetim altına alma, kontrol etme, gözetlenme ve karşılıklı gözetleme kavramsallaştırma ve teorileri bulunmaktadır.   

 

20. Yüzyılın sonlarına doğru internet, bilgi ve elektronik teknolojilerinde ortaya çıkan olağanüstü gelişme yaşanmıştır. İnsanlık, yaşamın her alanında uygulanan bilgi teknolojileri ve kitle iletişim araçlarının hakim olduğu sosyal medya uygulamaları ile mekansızlaşan, duvarsızlaşan ve penceresizleşen bir “online ilişkiler ağı”nın kullanıcıları haline gelmiştir. İnternet, bilgi ve elektronik teknolojinin kapsamlı ve yaygın kullanımına paralel, birbirine benzeşen ve birbiri ile aynileşen “dijital birey ve toplum”un ortaya çıkması, teknolojinin  algoritmalar düzeneği ve veri tabanları aracılığı ile insanları denetleyen, kontrol altına alan ve disipline eden yepyeni  gözetim teknolojilerini beraberinde getirmiştir. Bu süreç, çoğulluk, farklılık ve özgürlük gibi beklenenin aksine, tekçi, tektipleştirici, sınırlandırıcı ve yönlendirici “pandigiton iktidar” strateji ve uygulamaları ile koşut yürümektedir.

 

Başka bir deyişle, küresel çapta tüm toplum ne kadar online oluyor ve dijital hale geliyorsa, “pandigiton” iktidar o kadar “dijital Tanrı ya da dijital Tanrılara” dönüşmektedir. Eşzamanlı olarak bu süreç, “dijital kulluk”ları derinleşerek ayyuka çıkarmakta, büyük gözetim ve denetim mekanizması ile “dijital Tanrı ya da Tanrıların” isterlerini kendi iradeleriymiş gibi kabullenen bir insan yaratmakta ve insanın bağımsız düşünme ve özgür olma yetilerini kaybetme ile sonuçlanacak bir evreye yönelmektedir.

 

Bu evrede ortaya çıkan Covid 19 virüsü, Bigo’nun “banoptikon” kavramsallaştırmasını doğrular tarzda dünya çapına genişleterek herkesi herkesten uzaklaştırdı ve bireyi izole yaşama mahkum etti. Bizim deyişimizle “banvirüson” süreci, ölüm korkusu ve tehdidi ile virüsü uzakta tutmak isteyen insanın kendini içerden kapattığı hapishanesini yarattı. İnsanlar için bu kez gözetim, denetim ve kontrol dışardan değil, bizzat insanın kendisinden yani içerden kaynaklanıyordu. Bu süreç, Thomas Hobbes’un vahşi doğa düzeninde birbirinin “homo homini lupus”u (insan, insanın kurdudur) olan insanının bu kez savaşarak değil, birbirinden kaçarak ve birbirinden uzak durarak ayakta kalmaya çalıştığı bir “kapatma” yaşam alanında gönüllü kulluk ve kölelik üretmektedir.

 

“Banvirüson” süreci, “pandigiton iktidar”ın hegemonyasını ilan ettiği oranda, virüs ya da başkaca tehdit ve korkular nedeniyle çaresiz ve savunmasız kalan insanın kendi eliyle kendi gönüllü kulluk ve köleliğini yaratmaktan başka bir amaca hizmet etmemektedir. Bu durum, 16.YY düşünürü Etienne de La Boetie’nin Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’inde sözünü ettiği, özgürlüğünden vazgeçen halkın tirana (devlet), tiran olma gücü vermesinden kaynaklanan gönüllü kulluk ve köleliğin “pandigiton iktidar” bağlamsallığında devamından başka şey değildir. La Boetie’de nasıl ki, siyasal iktidar ya da tiran meşruiyetini gönüllü kulluğu oluşturarak sağlamış ve insanlar “kulluklarını bir özgürlükmüşçesine” yaşamışlarsa, teknoloji ve internetin “pandigiton iktidar”ında da insan, ergin olduğu, bağımsızlaştığı ve özgürleştiği sanısı altında “dijital kulluğu” sevmenin ve onsuz yaşanılamayacağı düşüncesiyle özgürlüklerini gönüllü kölelik ile satın almıştır. “Pandigiton iktidar” döneminde tiranın yerini, “dijital tiran” almıştır.  

 

Ne yazık ki “banvirüson”, özgürlükmüş gibi görünen bu süreci, ölüm ve korku yüzünden zorunlu hale getirmiştir. La Boetie’nin, kendi iradeleri ile özgürlükten kaçan ve tirana kendi iradeleri ile hükmetme yetkisi veren halka hitaben söylediği, “Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu” sözünden mülhem, bugün “pandigiton iktidar”ın bizleri denetlemek, kontrol altına almak ve disipline etmek için gözetleyecek denli “dijital gözü” bizler kendi irade ve isteklerimizle tevdi ettik. Kendi iradelerimizle ergin olma durumundan uzaklaşarak özgürlüğü gönüllü kullukla değiştirdik. “Banvirüson” ile birlikte, eğitimden siyasete, yönetimden hukuka, yaşam tarzından ticarete, din anlayışından eğlenceye yaşamın tüm alanlarında buna zorunlu kullar ve köleler haline geldik.

 

“Banvirüson” tehdit geçse bile bu “pandigiton iktidar”ın bu şebeke ve bağlamsallığında küresel çapta insanlığın geçireceği dönüşüm, eski kalıp, değer ve yaşam tarzının bir bütün olarak ölümü ile sonuçlanacaktır. Başka bir deyişle teknoloji, yaşam tarzı, kimlikler, sosyoloji, sosyal hayat ve siyasetin alışılagelmiş bütün kalıp, değer ve uygulamalarını biçimlendirecektir. “Pandigiton iktidar” sürecinde siyaset kavramının özü, doğası, bağlamı, kapsamı, içeriği, etkisi, işlevi ve boyutu dönüşecektir. Sosyoloji dönüşecek ve birbirleri ile temas ederek oluşan toplumsallık başkalaşacaktır. Sosyoloji, bireyselleşen ve yalnızlaşan dijital toplum makineleri haline gelecektir. Dijital toplumda, kendi hapishanelerinde yaşayan bireyin bunalım, kaygı, korku ve endişelerini izale edecek mekanizmaların nasıl bir sosyo-psikoloji yaratacağı muammadır. Digital alemin yön verdiği “pandigiton iktidar” döneminde, canlı, dinamik ve işleyen mekanizmalara sahip toplumsallığın kaybolacağı, herkesin bireyselleşme sanısıyla dijital toplumsallık ve ilişkiler ağında “dijital kulluk”lar üzerinden dijital topluma dahil olacağı bir dijital sosyoloji hakim olacak görünmektedir. Dolayısıyla modern devlet ya da ulus-devlet biçim, boyut ve sınır değiştirecek yerini küresel çapta algoritmaların ve veri tabanların hakim olduğu dijital otoritelere bırakacaktır.  

 

Digital alemde, siyasi ideolojiler ve dünya görüşlerinin özgürlük, eşitlik ve adalet anlayış ve yaşayışları bir bütün olarak biçim ve içerik dönüşümüne uğrayacaktır. “Pandigiton iktidar” döneminde, ne liberallerin “negatif özgürlüğü”nün (liberty) ne de sosyalistlerin “pozitif özgürlüğü”nün (emancipation) bir anlamı yoktur. Hakeza eşitlik ya da adalete ilişkin farklı dünya görüşlerinin tasavvurlarının bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü özgürlük, eşitlik, hak, adalet gibi somut, yüz yüze ve canlı ilişkiler ağındaki toplumsallık ve kamusallıklar düzeneğinde bir anlam ifade eden kavramlar, algoritma ve verilerin dünyasında “pandigiton iktidar”ın insafına terk edilecektir. Digital çağda, “banvirüson” gibi tehdit ve korkularla kendini izolasyona tabi kılmak zorunda kalan bireyin “dijital dayanışma” ile bunu aşmasının mümkünlüğü tartışmalıdır.  Böylesi bir “pandigiton iktidar” döneminde, küresel tehditlere karşı ister bireysel ister toplumsal küresel dayanışmanın mümkün olup olmayacağı “dijital tiran”lık ya da algoritmaların insafında oldukça, toplumcu ve eşitlikçi Komünizm’in güçlenmesi ve yükselmesi bir anlam ifade etmeyecektir.   

 

Bu süreçte siyaset kavramının anlam ve içeriği de bir bütün olarak dönüşmektedir. “Banvirüson” ya da başkaca tehdit ve korkularla, Aristoteles’in söylediği gibi insan doğası ve özü gereği toplumsal ve siyasal bir hayvan (canlı) olmaktan çıkıp, korkusu ve ölüm tehdidi gereği kendi hapishanesinin bireysel/dijital varlığı haline gelmeye başladı. Kadim siyaset felsefesinde, Sokrat ve Platon’dan Aristoteles’e, Cicero’dan Saint Augustinus’a,  Musa bin Meymun’dan (İbn Meymun) Farabi’ye, İbn Rüşd’ten Aquinalı Thomas’a, İbn Haldun’dan Kınalızade Ali’ye insani toplanma ve toplanmanın doğal ve zorunlu olduğu kabul edilip, insanın ancak toplum halinde yaşadığında tüm ihtiyaçlarını karşılayacağı ve mutlu olacağı kabul edilirken, bugün “mutluluk” ve sağlığın tüm başka birey ve toplum bedeninden uzaklaşma ve kendi bireysel dijital hapishanesine kendini kapatmakla mümkün olacağına dair inancı aşkla benimsemek zorunda kalan bir biyometrik modern “köle” insana dönüşmeye başladı. Siyaset, toplumsal ve siyasal örgütlenme biçiminin farklı türleri olan kabile, site devleti, kent devleti, ruhani ve dünyevi imparatorluk, merkezi krallık, modern devlet, ulus devlet, ulus üstü örgütler, küresel devlet tiplerini alaşağı eden merkezsiz, boşlukta ve sınırsız “dijital hiçliğin” dünyasına evrilmiştir.  

 

Siyasette başarı, güç, meşruiyet, güvenlik, iktidar ilişkileri, özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlar, bedensel ve zihinsel sağlık alanında çalışan bilim ve bilim insanları tarafından satın alınmaya ve yaptıklarının cezasını ödetmeye, ifade vermeye ve istediklerini yaptırmaya yönlenmiştir. Sağlıklı kalma endişesi ve ölüm korkusu, siyasetin yüzyıllardır yaymış olduğu korkuyu cezalandırmaktadır. Virüs siyaseti, siyasetin hiçliğini ilan edip toplumsal ve siyasal birliğin anlamsızlığını, değersizliğini ve kötülüğünü “banvirüson” uzakta tutma ve kapatma ile değersizleştirmektedir.  


Platon’un ruhu şâd olsun eğitim, eve kapanan online eğitimle hepten tek elden, tek merkezden, sıkı, disiplinli, denetimli, biçimlendirici hale gelmeye başladı. Bireysel özgürlük ve eşitlik talepleri yerini, hastalık ve ölüm korkusu ile birlikte, tek merkezden bireyin bedeni ve tüm toplum bedeni üzerinde her türden güvenlik, baskı, sıkıyönetim, disiplin ve kontrol mekanizmalarını ve biyo-politikalarını geliştirme ve uygulamayı canı gönülden isteyen bir bireye ve topluma dönüşmektedir. Hobbes’taki “korku ve ben ikiz doğmuşuz ve büyümüşüz”ün yerini, diğerinin bedeni ve benim bedenim, korkunun bizzat kaynağı olarak “hiçiz” korkusuna yönelmiştir. Zengin-yoksul, havas(elit/seçkin)-avam (halk/sıradan vatandaş), yurttaş-yabancı, eğitimli-cahil, erkek-kadın, heteroseksüel-homoseksüel/biseksüel, mü’min-kafir, Müslüman-Hristiyan/Musevi, Türk-Kürt yada başka ve farklı etnik kimlik,  dindar-seküler, Alevi-Sünni, laik/Kemalist-İslamcı, Katolik-Ortodoks, Şii-Sünni vd kimliklere dayalı dost-düşman ve biz-öteki ayırımları, yerini benim bedenim-ötekinin bedeni ayırımına dönüşmektedir.

 

“Pandigiton”laşmanın hakim olacağı “banvirüson” ya da başkaca tehditlerin yaşanabileceği böylesi bir süreçte kutsallık, din, Tanrı anlayışı ve dinsel ritüel ve pratiklerin de ciddi dönüşüm geçireceği ve kırılmalara uğrayacağı aşikardır. Bütün dinlerin kutsal sayılan ve topluca ibadet edilen merkezi tapınakları ile tüm ibadet yerleri böylesi bir dönüşümden nasibini alacaktır. Öte yandan insanlar, bir taraftan Tanrı ve kutsala sığınacak diğer taraftan ileri teknolojinin getirdiği robotlar ve yapay zekalar evreninden yükselen “dijital Tanrı ve Tanrıların” “dijital kulları” mı haline gelecek? İnsanın geleceğe ve ileriye dönük evrimi yeni insan türünün ortaya çıkması anlamına mı gelecek? Bundan mülhem, dijital insan için dinin doğası ve dinsel pratiklerin işlevi de büyük bir dönüşüme gebedir. Dinin, Tanrı’nın ve kutsalın algılanma biçimi ve içeriği dijital dönüşümden nasibini alacaktır. Başka bir deyişle bu süreçte, kutsal ya da kurumsal dinlerin yerini “dijital din” alacak ve ona inanacak ve itaat edecek insanın da “pandigiton iktidar”ın “dijital kulları” olacaktır. Klasik ya da modern anlamıyla dinlerin doğasının ve ritüellerinin (online ibadet gibi) evrim geçirmesi, insan, varlık, Tanrı ve evrene ilişkin tüm tasavvurları da bir bütün olarak dönüştürecektir.     

 

Bu süreç, yaşam tarzı, akrabalık, arkadaşlık ve dostluk ilişkileri, toplu ibadet, toplu eğlence gibi yaşamın hemen her alanında toplu olarak yapılan tüm aktiviteleri derinden sarsacaktır. Ayrıca cinsiyet, cinsiyet rolleri ve toplumsal cinsiyete ilişkin dini, geleneksel, çağdaş ve feminist bugüne kadar var olan tüm algı, kavrayış ve kabuller toptan gözden geçirilecek ve “dijital kul”un cinsiyetinin ne olduğunun bir önemi kalmayacaktır. Bir araya geldiğinde ya da ayrıldığında tokalaşmak, birbirine sarılmak ve öpüşmek türünden insani ve toplumsal tüm ritüel ve alışkanlıkların ortadan kalkacağı, uzaktan ya da dijital selamlaşmanın hakim olacağı bu dönemeçte bilinen insan, insan olarak kalmaya devam mı edecek yoksa başka bir türe mi dönüşecek bilemeyiz. Ancak şu kadarı var ki, vahşi doğa düzeninden kurtularak “medeni” olmuş insanın bugün yaşadığı ya da yaşayacağı trajedi, yüzyıllardır kendi eli ile yarattığı teknolojinin dijital cenderesindeki mahkumiyettir. İnsanoğlu, arzu, hırs, güç, iştah ve şehvet ile müdahale edip tahrip ettiği tabiat, hayvanat ve nebatatın doğal dengesi ile yeniden buluşup titreyip kendine mi gelecek yoksa trajedinin esaretinde “dijital kul” olmaya devam mı edecek? Ne olursa olsun gelecek, insanoğlu için yüzyıllardır yaşadığından bambaşka bir yaşam alanına işaret etmektedir.   

 

Kategori: Âdem Çaylak