Web Tasarım Ankara

Şu Vahşi Kapitalizme Rağmen İnsan Kalabilmek!

Dr. Emine Sonnur Özcan

erguvanagaci@gmail.com

15.06.2016

 

Ortaya çıkış sebebi  ve gelişmesi Avrupa’nın Hıristiyanlık ve sömürgecilik tarihiyle açıklanabilecek modern kapitalist düzen, yani sermaye biriktirip o sermaye aracılığıyla başkalarını sömürme düzeni, en az 400 yıldır insanlığın ve dünyanın çanına ot tıkıyor…

Ne diyordu protestan-kapitalist doktrinin burjuva mimarları? Tanrı’nın yeryüzündeki temsilciliğini feodal Avrupa topraklarının üçte ikisini elinde bulunduran Kilise değil krallar yapmalıdır. Zenginlik ve refah, birliği sağlayan krallara yakışır.  Onlar, İsa’nın gelişine endekslenen “lineer ilerleme” zarfında, dünyanın kaynaklarına sahip olmak için ne gerekirse yapmalıdır.  Değil mi ki iyi Hıristiyan kral, servet sahibi, zengin kraldır!

Bu bağlamda, türedi zengin sınıf burjuva, tüm köksüzlüğü ve vahşiliğiyle  güdümüne aldığı krallıklardan, gerek kiliseye ait taşınmazları ve gerekse yer altı, yerüstü kaynaklarını çekip aldı. Böylece ölçüsüz bir güç kazandı.

Avrupa’nın feodal dönem sonrası devletleri ve onların kralları, iktidarlarını borçlu olduğu burjuvaya büyük imtiyazlar tanıdı.  Paralı ordular, bankalar, sanayi, devlet kredileri vs. hepsi burjuva-devlet  ortaklığına hizmet ediyordu.

Her geçen asır biraz daha palazlanan modern kapitalizm, liberalizmi de koluna takıp, kitleleri kandıran teoriler geliştirdi.  Örneğin, şöyle diyorlardı: bir grup sermayedarın sınırsız kazanç sağlaması esastır; çünkü nasıl olsa zengin grubun sağladığı “gelişme ve kalkınma” ülkenin geri kalanına da yansıyacaktır.

Peki, gerçekten, sermayeyi elinde tutanlar, geri kalan halkın refahına katkıda bulundu mu? Şöyle bir soruyla mukabele edelim: Eğer öyle olsaydı işçi hareketleri ve sosyalizm ortaya çıkar mıydı?

Demek ki Tanrı’ya bu dünya dışında bir konum belirleyip yeryüzünün hatta evrenin efendiliğine soyunan Protestan Avrupa devletleri ve burjuva sermaye sahipleri, Tanrı’nın zengin ve dolayısıyla “iyi” kulluğu statüsünü, yalnız kendilerine lâyık görmüşlerdi! Geri kalan kitlelerin yoksulluğu, yoksunluğu ve mazlumluğunun onların reforme edilmiş Tanrıları nezdinde pek bir kıymeti harbiyesi yoktu!

Diğer yandan, modern kapitalist dinamikler hemen tüm dünya kültürlerine ve aşkın öğretilere kendisini öyle ya da böyle bir yerinden eklemle(ttir)miş, daha doğrusu yamayıvermiş durumda. Tersinden okursak, modern zamanlarda –diyelim, ülkemizde Tanzimat’tan itibaren– hemen tüm kadîm siyasetler, kültürler ve kutsal öğretiler, kapitalizmin ezici gücü karşısında önce şaşkılıkla, sonra çaresizlikle özgün kurallarını “tersten okumaya kalkarak” kapitalizme sunî bir meşruiyet alanı yarattılar. Yani hayata dokunmayan… yani hakikatsiz… yani göz ölümü göre göre inkârcı… Ve dolayısıyla… elbette ki insanlığın bekasına hatta evrenin bekasına düşman…

Gelelim vicdana… Yani zulme ayak direyen iç sese…  Bazılarının iddiasına göre doğuştan Yaratıcı tarafından insanlara bahşedilmiş haslet… Bize göre ise, hayatiyeti, işlerliği, kişinin içinde bulunduğu aile, toplum, din, devlet gibi temel kurumların değerlerine göre biçimlenen diğerkâmlık bilinci…

Dolayısıyla, şartlara göre değişen bir insanlık hâli. Örneğin, hırsız, yankesici bir ailenin kucağında açtıysanız gözünüzü; her halde çalıp-çırparak başkasına zulmetmenin vicdanınızdaki karşılığı en azından nötr olabilecektir. Benzer şekilde, diyelim ki NewYork’ta yaşıyan bir ABD’lisiniz: resmî sayısı 150,000 kadar olduğu söylenen evsizlerin akşam olunca otobüs duraklarında birbirlerini ısıtmaya çalışan manzaralarının önünden geçerken dönüp bakmayabiliyorsunuz.

İmdi, kapitalist düzende yaşayan insanların vicdanları ya da diğerkâmlık bilinçleri, kapitalizmin hayatlarına sirâyet etme dozajına göre değişecektir.  Bu noktada, kapitalist söylemle gelişmemiş, az-gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin fertlerinin taşıdıkları vicdanlar eşyanın tabiatı gereği farklı farklı olacaktır. Nasıl bir fark? Gelişmemişlikten, gelişmişliğe ters bir eğri gösteren yani, geliştikçe azalan bir vicdanî duyarlılık…

Eşyanın doğası, dedim; çünkü kapitalistleşmek, “kalkınmak”, “ilerlemek” demek, şehrin keşmekeşinde canhıraş bir yaşam savaşına karşılık gelmektedir. Bu hayatta, yalnız ve yalnız kendinizle ilgilenmek zorundasınızdır; başkalarıyla ilgilenmenin; bırakın başkalarını, öz be öz anne-babanıza zaman ayırmanızın şartları bile kapitalist süreçlere eklemlenmiştir. Yaşamak için siz, sürekli çalışıp para kazanmak zorunda olduğunuz için; anne-babanıza bakma işini dahi satın almak durumundasınızdır. Tıpkı çocuklarınızın bakımını satın aldığınız gibi…

Modern kapitalist hayatta hiçbir şeyi ellerinizle üretmez ama her şeyi dolaylı yaşarsınız. Sadece, satın alır ve tüketirsiniz: ekmeğiniz, eviniz, sağlığınız hatta geleceğiniz...  Pek çok değer şeyleşmiş, metalaşmıştır. Nefes alıp vermeniz bile bu sefil kapitalist yaşam biçimine göbeğinden bağlanmıştır. Örneğin, Güney Asya’daysanız kapitalizmin atmosfere yaydığı kirlilik nefes almanızı ciddi anlamda baltalanmıştır. Nitekim bilimsel araştırmalar o bölgedeki nedensiz genç yaş ölümlerinde 10’da 8 oranında hava kirliliğini suçlamakta.

Yalnızca insan değil, canlı cansız tüm varoluşun, kapitalist elitlere kölelik etmek üzere kurgulandığı;  düzene isyanın ise hayat-memat meselesine dönüştürüldüğü bu kölelik dünyasında diğerkâmlık sergileyebilmek; yani insanın insan olma hâlini her dâim canlı kılmaya çalışmak, çağın en büyük cihadı olmalı

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...