Web Tasarım Ankara

TESETTÜR KUMAŞININ KAMUSALLAŞMASI-İSLAMCI KADIN & ÖRTÜLÜ KADIN

Lütfi Bergen

lutfibergen@gmail.com

04.05.2016

Uzun süreden beri “İslâmcı kadın kimliği”nin “tesettür kumaşının ya da tesettür giyiminin, kamusal görünürlüğü” üzerinden varlık arayışına dair eleştiri yazıları kaleme aldığımdan “tesettürlü kadın” etkinliklerini özel bir dikkatle izliyorum. Sosyal medyaya “İstanbul Muhafazakâr Moda Haftası: 13-14 Mayıs 2016- Haydarpaşa-İstanbul” şeklinde bir ilan-reklam düşünce “Tamam, örtülü kadınlar giderek kendi giyimlerini kapitalizmin ajanı kılarak acenteleşiyorlar” demekten kendimi alamadım.

TDK Sözlük’te “Moda” şöyle tarif ediliyor: “1) Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik; 2) Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük; 3) Geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan.”

Etkinlik “Muhafazakâr Moda” şeklinde tanımlandığına göre tesettürlü kadın, tesettür kumaşı ile ilişkisini “süslenme ihtiyacı”, “toplumsal beğeni”, “değişiklik ihtiyacı”, “geçici olarak beğenilmek” gibi itkilerle belirlemiş oluyor. Böylece ilk itirazımı tesettürün “moda” konusu kılınmasına yöneltiyorum.

 

Fakat aslında bu ilan, “Başı türbanla örtülü” aktristleri podyumda konumlamakta, tesettür kumaşını metalaştırmakta ve teşhir kültürüne davet etmektedir. Bu nedenle kanaatime göre tesettür kültürü günümüz koşullarında setr’i değil kapitalizmin işgal ülkelerini temsil ediyor. İşgal edilmiş ülke: “Müslüman kadın”; işgalin bayrağı: tesettür kumaşı; işgalciler: markalar; kompradorlar (işbirlikçiler): Flâneurleşmiş İslamcı kadın kimlikleri haline geliyor.

  

“İslamcı kadın”, İslamcılığın 30-40 yıllık çalışmaları sonunda imal edildi. Bir ilişkiler ağı içinde ortaya çıktı ve bu ilişkiler ağı geleneksel iktisadi-içtimai ağa katılmama iradesiyle belirlendi. Bu yargımdan dolayı bir tefrik yapılması gerektiğini düşünüyorum:

“Örtülü kadın”, “İslamcı kadın”dan ayrı bir kategoridir.

 

“Örtülü kadın” için “volk İslam-halk İslam” alanında yaşayan kadın da diyebiliriz. Bu kadın, çoğunlukla “ev hanımı” idi ve geçim ekonomisindeydi. 1980-2000’ler arasında bu “ev hanımı”, “evlenilecek kadın” tipi çökertildi.

 

“İslamcı kadın” ise aldığı eğitim ve “evsiz” hayat tarzı nedeniyle kamusal alanda varlık bulmuştur. Mücadelesiyle de kamusal alana girmeye çalışan kadındır.

 

Örtü-kadın ilişkisini belirleyebilmek için İslamcılık tanımlaması da yapmak gerekiyor. İslamcılık, siyasal alanı İslâm’ın ilkeleri ile belirleyen ve hatta bu alana yönetici olarak girmek isteyen tabakanın toplumsal piramit ideolojisidir. İslamcılık, Anadolu’da varlık bulmuş iktisadî (ahilik-tımar) ve içtimaî (hane-mahalle-şehir) sisteminin geleneğini izlemediği için kurduğu toplum sistemi Leviathan oluşturuyor. İslamcı kadınlar da bunu gerçekleştirmenin mücadelesini veriyor.

 

İslamcı kadının bütün fikri çabası cinsiyetçi kimliği “erk” devşirecek şekilde konumlamak üzerinde yükseliyor. İslamcı kadınlar da bana göre Cumhuriyet’in elit kadınları gibi olmak, onların yerine geçmek mücadelesi veriyor. Aynur İlyasoğlu’nun, “Örtülü Kimlik” kitabındaki değerlendirmesini İslâmcı kadın hakkında da tekrarlamak kanaatimce mümkün görünüyor: “Kadınların Cumhuriyet dönemi içindeki yaşam öykülerini kendi ağızlarından dinlediğinizde, örneğin seçkin kadınların yaşam öykülerine yakınlaştığınızda, mesleki başarının ya da kamusal alanda sivrilmenin, yanı sıra “mükemmel eşler olmalarının, mükemmel aile düzenleri” kurmalarının, çoğunlukla ucuz, güvencesi olmayan, sadakat temelinde sunulmuş başka kadınların emeklerini dayanak alarak gerçekleşebildiğini kolaylıkla görebiliyorsunuz” (İlyasoğlu, 2013: 26). Türkiye’de İslamcı kadın, Cumhuriyet’in elit kadını gibi eğitimli ve “geleneksel kadın”ın kültürel kodlarından kopuk bir feminist söylemle gelişti.

 

Örneğin Cihan Aktaş “feminist söylem”in dışında değil. Zaten bunu kendisi de itiraf ediyor: “Feminizm sonuçta bir ezme/ezilme olgusu üzerinden bir eleştiri sürdürüyor. Bir yere kadar bunu yararlı buluyor ve yararlanıyorum. Dönemlerin birbirini etkileyen özellikleri vardır. 10 yaşındaki bir kız çocuğu olarak, niye evlendiğimde soy ismimi değiştirmeliyim diye sorduğumda, Flora Tristan’la ilgili tek cümle olsun okumuş, tek bir Simone de Beauvoir kitabı elime almış değildim. Yaşanılan dönemlerin oluşturduğu dalgalar birbirini etkiliyor. Bir dönemde mevcut olduğu halde ileri çıkmayan sorular, başka bir dönemde gündemi belirleyecek ölçüde bir önem kazanıyor. Feminist hareketin özellikle başlangıçtaki sorularını önemli buluyorum, feminizm içinde giderek oluşan dalgasal ayrışmanın ortaya çıkardığı tartışmaları izlemeyi de önemsiyorum. Bu, farkında olma sorumluluğuyla ilgili bir şey. Kadınların ezilmesi bağlamındaki duyarlılığımız içinde bulunduğumuz şartlardan da ivmesini alıyor. Feminist hareketi çok da iyi tanımadan önce Müslüman kadınların içinde bulunduğu çifte açmazla ilgili sorular sormaya başlamıştım. Müslüman kadın olarak size sokakları yasaklayan bazen pozitivist ve laik, bazen de metafizik ve dinsel iddialara sahip zihniyetler karşısında ister istemez sorular geliştiriyor, cevaplar arıyorsunuz. Modern eğitim almak, göçü ve şehirleşmeyi yaşamak, elbette ortak soruların hazırlanmasını etkiliyor. Bir duyarlılığı hazırlayan o kadar çok etken var ki... Fakat elbette önemli olan kendinizi nasıl tanımladığınızdır. O söyleşide söylediğim gibi: Kendime özgü bir feminizmim var, ama hayata cinsiyetçi bakmıyorum. “Kendime özgü bir feminizmim var” demek, aktarma olmayacak şekilde, kendine özgü açıklamaları olan bir kadın duyarlılığına sahip olmak demek. Hayata cinsiyetçi bakmıyorsanız, “Biz feministler...” diye başlamıyorsanız söze, nasıl feminist olarak adlandırılabilirsiniz ki” (Aktaş, Kırkikindi.com, 05.10.2009). Cihan Aktaş bu söyleşisinde “Müslümanlar Sağcılıktan Ayrışmaya Devam Ediyor” gibi bir ifade de kullandığından Türkiye’de tesettür tartışmalarının nesnesi olan “örtünme” eyleminin / ibadetinin belirleyici aktörlerinin İslâmcı olduğunu, farklı ideolojilere mensup kadınların bu pratiği izlediği söylenebilecektir.  

İslamcılık, siyasal alanı İslâm’ın ilkeleri ile belirleyen ve hatta bu alana yönetici olarak girmek isteyen tabaka olduğuna göre bunu kendi cinsiyetçi-örtülü kimliği ile yapan kadın, ideolojisi ne olursa olsun “İslâmcı kadın” kavramı içindedir.

 

İslamcı kadınlar “evden çıkmak-kamusala iktidar düzeyinde katılmak” için eğitim aldılar ve bunu hak etmek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittiler. Yani kadın pratiğinin doğuşu itibariyle “geleneksel” iktisadi ilişkileri reddettiler.

 

Aslında, İslamcılık da Cumhuriyet Tarihi boyunca kamusal alan mücadelesi verdi; memur olmak istedi. Oysa “Bin yıllık” Osmanlı Düzeni’nde Müslüman tebaa çiftçidir, herif’tir (esnaf). Bu kapsamda örtülü kadın ile İslamcı kadın’ı ayrıştırabiliriz, hatta ayrıştırmalıyız. Bugün 1970’lerden beri gelen tesettür imgesini giyinmiş kadına “İslamcı kadın” demek zorundayız. Bunlar “örtülü kadın” değiller. İslamcı kadınlar, Örtülü kadın’ın vahiyle dolaylı ilişkisini de onun iktisadî-içtimaî ağını da istemiyorlar. Durum böyle.

Fakat diğer taraftan İslamcı kadının “tesettür kumaşının” örneklediği mode/l’in kadın bedenini kapitalizm tarafından “işgal edilmiş ülke”ye dönüştürdüğü de ortadadır. Tesettürün kamusallığının (bu ifade Müslüman kadının bütün mücadelesine rağmen kamusallaşamadığını da idda etmektedir) en görünür olduğu mekânlar defile-düğün-nişan-kına salonları. İslamcı kadınlar gündelik hayatlarında ne derece radikal iseler, düğünlerinde-nişanlarında o derece kapitalizme “açılmış-uryanlaşmış-gözetlenene dönüşmüş” durumda. Türkiye’de kadın örtüsünü şekillendirenler İslamcılardı. Bu şekillenme Şule Yüksel Şenler’le başladı. “Şulebaş Türban” tasarımı onunla çıktı. Tesettürün biçimi bir İslamcı projedir. Şule Yüksel bir röportaj verdi, röportajda “Audrey Hepburn’ün örtünme şeklini beğendim. Örtüneceğim zaman da, gerçi buluşum oluyor ama onu da düşünmüştüm” dedi.

 

Demek oluyor ki, İslamcı kadınlar örtünme meselesinde daha en başta Batıcı idi. Bunu kendileri söylüyor. Diğer taraftan tesettürün Müslümanların sermaye biriktirme hırsları, “her mahallede Müslüman milyoner” oluşturma endişeleri ile de ilişkisi mutlaka sağlanmalıdır. Geleneksel kadın örtüsü (tülbent-yazma) ile sermaye oluşturmak mümkün değildi. Çünkü tesettür, geçimlik ekonomiden kopmuş bir kadın icat ediyordu. Bu kadının örtüsü diğer giysileriyle birlikte “kombine” oluşturduğu gibi, hayat tarzı da geleneksel iktisadî-içtimaî geçim modelini reddederek geçmişi tarihe gömüyordu. Tesettür kumaşı, Müslüman kadını kamusal alana taşırken onu feminen kılıyor ve aslında “metalaşmış beden”e döndürüyordu. Moda, bu iş için işlevselleşmekteydi.

 

Aynur İslamoğlu da “Örtülü Kimlik” kitabında Türkiye’deki tesettürün “feminen” bir tarz olduğuna, tesettürün tekstil sektörü ile ilişkisine ve moda akımlarla irtibatlı bir bireysellik taşıdığına işaret eder: “İran İslam Cumhuriyeti örneğinde görülen tek tip kara çarşaf stili tesettürün karşısında Türkiye’deki tesettür eğiliminde çeşitlilik ve belirli ölçülerde bireysel vurgunun varlığından söz edilebilir. Anonimlik, genel tesettür kurallarının uygulanmasında (saçın gizlenmesi, kolların, bacakların, vücudun hatlarının bol giysiler altında saklanması) gözlenir (…) İkinci olarak, tesettürle birlikte şıklığın da gözetilmesi durumlarında anonimlik bir adım daha zorlanmış olur. Bilindiği gibi podyumlarda da kendini gösteren bir tesettür modasıve buna eşlik eden uzmanlaşmış bir hazır giyim imalatı mevcuttur. Türkiyede görüldüğü haliyle tesettüre uyan kadınların dış giyimi genellikle uzun ve bol bir pardesü ve saçı gizleyen, özel biçimlerde bağlanan bir eşarptan oluşmaktadır. Eşarplar saçı gizleme işlevinin ötesinde başlı basına bir şıklık unsuru olarak tercih edilmektedir. Eşarplar genellikle cazip renk ve desenlerde seçilmekte, özellikle üniversite öğrencileri arasında pardesülerin altında pantolon giyildiği de gözlenmektedir. Dolayısıyla Türkiyede tesettür giyiminde anonimliğin kalıplarını zorlayan tarz ve stillerin, bireysel vurguların ve yer yer estetik kaygıların izlenebildiğini söylemek mümkündür. Anonimliğin çerçevesi içinde hâlâ bireysel tercihlere ve feminen bir vurguya yer vardır. Türkiye'de tesettür, bu özellikleriyle yukarıda sözü edilen kendi modernleşmesini kendi yapma stratejilerinden biri olarak düşünülebilir. Burada, üç boyutun, dinin kadın giyimine koyduğu kuralların, namusa ilişkin kodların ve varolan bir normun, siklik unsurunun birbirleriyle uyumlandırılması söz konusudur”  (İlyasoğlu, 2013: 48-49).

 

Örtü, tüketim-gösteri toplumunda kadının gövdesinin teşhirine meydan vermektedir. Kadının kamusal alana girmek için çalışması-çabası-talebi-diğer kadınlarla yarışı, tesettür kumaşının içeriğini boşaltmış ve kapitalizmin kadın bedeni üzerindeki işgali adına araçlaşmasına sebebiyet vermiştir.

 

Müslüman kadınların “İslamcı Kadın” kimliklerinin tüketimci gösteri toplumuna hizmet ettiği açıktır. İslamcı kadın bu çözülüşü engelleyebilecek fikrî arkaplana sahip görünmüyor.İslamcı kadınların metinlerinde de görüleceği üzere tesettür mücadelesi “feminist” kaynaklardan ilham alarak yerelleşmeye çalışıyor. Oysa Anadolu’nun bin yıllık geleneğinde yer bulmuş olan Bacıyan-ı Rûm hareketi bir fırsat vaadediyor. Bu hareketten ilham alarak “geçimlik ekonomi” ile günümüz için yeniden bir “Örtülü kadın” kimliği inşa etmek zarureti bulunmaktadır.

  

-       Aktaş Cihan, Müslümanlar Sağcılıktan Ayrışmaya Devam Ediyor, Röportaj: Nurullah Turan, kırkikindi.com, er

-       işim tarihi: 05.10.2009, http://www.40ikindi.com/edebiyat/oku.php?id=3475

-       İlyasoğlu Aynur, Örtülü Kimlik- İslamcı Kadın Kimliğinin Oluşum Öğeleri, Metis Yayınları, 2013

-       Şenler Şule Yüksel, Şule Yüksel Şenler: Türban Rus başıdır, Röportaj: Hülya Okur, erişim tarihi: 02.03.2012, http://www.timeturk.com/tr/2012/03/02/sonradan-hidayete-erenler-daha-suurlu.html

Yorumlar


Hiç Yorum Yapılmamış. İlk yorumu siz yapın...

Kategori: Lütfi Bergen